30 Mart 2008 Pazar
bir doğum günü daha
dündü o gün "ağabey"imin doğum günü bu "ağabey" kelimesini sevmiyorum abi şeklinde söylendiği gibi yazılmalı bence zira o hali çok soğuk sevimisiz geliyor bana.herneyse zaten ben isimle hitab etme dönemine geçeli oldu epey zaman...en zor iletişim kurduğm kişi belki de kendisi, beni en çok ağlatmış hep üzmüş ama düşündüğümde belki ortak yönlerimizde böyle olmuş tahammülsüzlüklerimiz karşılıklı, inatçılıklarımız,paylaşamadıklarımız hep aynı...her odasına gittiğime benden aşırdıkalrını görmek nasıl bozuyorsa sinirimi o da sevinmiyorm belli ki giydiğimde t-shirtlerini...ama hayat beraber geçmek zorunda benden 2 yaş 1 ay büyük abimle,zaman öğretecek belki bize paylaşmayı, kavga etmemeyi ona saygı duymayı, bana görmezden gelmeyi...
26 Mart 2008 Çarşamba
koskoca bir ay...
küçücük blogumda yalnız bir yazı...şimdi 26 günün en önemli gün 11i kalmış aklımda sevgili kardeşimin doğum günü... gün mühim değil, çok mühim olan onun varlığı, sevginin karşılıksızlığı, ona her baktığımda böyle haşarı, böyle huysuz bir çocuğu beni en çok üzdüğü, kızdırdığı anlarda bile hiç azalmayan bir sevgiyle sevmem... 11 yıldır hergün, her an sevdiğim kardeşim, o sapsarı saçlariyla, muzur ifedesiyle küçücuk kıza benzeyen suratıyla fotoğraf karelerinde, şimdi büyümüş, ben çocuk değilim havalarıyla inatçılığı, üzüldüğünde, sinirlendiğinde bir anda dökülen göz yaşlarıyla, sevgili kardeşim onun için ettiğim dualar inşallah gerçekleşir: hep mutlu hep başarılı hep yanımda olur...onunla birlikte 120 filmini izlerken gözlerimden dökülen yaşlar...tamam abla bu kadar da ağlanmaz ki diyen sesi için tekrar tekrar dökülen yaşlar kardeşini kaybetmiş ablalar için dökülen yaşlar...yanımda çok sevdiğim kardeşim var
6 Mart 2008 Perşembe
Dün...Güzel Bir Gün...
Ayrılırken böyle dedik arkadaşımla birbirimize güzel bir gündü bugün. başlangıcı, bitişi, herşeyi güzeldi sanki. tabii aklımda eleştirecek pek çok şey var ama önce olumlu yorumlar...süpriz bir geziydi dün. ki benim için aniden başladı aniden bitti son günlerde sık sık bilmediğim sokaklarında dolaştığım İstanbul un pek çok kez dolaşdığım ve varlığından bihaber olduğum sokaklarında konusu sokaklar olmayan bir gezi bu aralar sürekli beni çeken Süleymaniye civarında geçen bir gezi henüz iki gün önce gitmiştim oralara Vefa'ya gitmek için bildiğim tek yol olduğundan Süleymaniye sokakları yolumun üzerindeydi...iki gün önce yine Süleymaniye Kütüphanesi'nin önüne kadar gitmiş, otomatik kapının açılıp kapanmasını izlemiş, sonra sanki hayır! buraya ilk girişin büyle olmayacak dercesine ayrılmıştım ordan halbuki belki üç senedir girmek istiyorum o kapıdan pek öyle heybetli de değil aslında benden başka herkes girebilir tereddüt etmeden ama işte belki içeride eski sayfaların içerisinde gizlenmiş heybeti bildiğimden giremiyorum bir türlü... o çağırsın istiyorum gel desin layıksın bana desin başka türlü giremem biliyorum ve biliyorum aslında içeride heybetli birşey göremeyeceğimi ve belki bu yüzden erteliyorum hayal kırıklığı içerisinde geri dönüşümü çünkü kıymetli ne varsa gizli bir kenarda bekliyor kıymeti bilinecekleri ben bilirim diyorum kendime ama ilmini bilmem utanıyorum bilemediğim ilimlerden...çok uzattım işte bu dar sokak ve küçük kapının ardından vefaya gidiyorum daha pek çok bilmediğim küçük kapı ve dar sokak görüyorum başka bir asırda orda olmuş olmayı dileyerek işlerimi hallediyorum Bisav a gidiyorum kaydın başlkamadığını öğreniyorum vefa bozacısından anneme benim pek sevmediğim ama ailenin geri kalanın pek kıymet verdiği Boza yı annemin leblebi almadın mı? diyen sesi kulaklarımda Vefa Leblebicisinden Leblebi yi alıyorum...uzun bir yol ve evim annem elimde boza poşetini görünce soruyor Leblebi aldın mı diye gülümsüyorum küçük çocukların görevini yapmış ifadesiyle...ve çok geçmeden bir telefon Süleymaniye Kütüphanesi beni çağırıyor...şaşırıyorum...
ve işte yine Vefa'nın dar sokakları arasında bir şey arayan ifadesiyle ne aradığını bilmeyen ben eski bir Türbe şimdi ismini hatırlamıyorum...ama eminim öyle türbe denip geçilecek değerde değil ama ben bilmiyorum değerini. geçmiyorum hemen önünden yarım yamalak Osmanlıcamla okumaya çalışıyorum kitabeleri ve sonra dua okuyorum diliyorum Rabbimden burda ki nurdan bir parça versin bana da diye hissediyorum çünkü nur var orada... ve bu kez vefanın bilmediğim sokaklarından sülemaniye nin bilmediğim sokaklarına geçiyorum her zamankinin aksine..o heybetsiz ama marur kapının önünde bekliyorum gelecek grubu onlarsız giremem içeri şimdi daha çok korkuyorum çünki beni çağıran her neyse burda olduğumu biliyordur mutlaka ve hakkında aslında bir şey bilmediğimi de... özür dilemek istiyorum ama bilemiyorum taş duvarlar duyar mı sesimi ve grup geliyor sevgili arkadaşım ve onun arkadaşları hocaları ve tanımaktan büyük huzur ve gurur Prof. Dr. Cihan Okuyucu hocayla beraber başlıyoruz geziye içeride bizi tanışmamış olamayı tercih edeceğim bir tanıtım görevlisi kaşılıyor içerideki gizli heybetlerden haberdar belli ki ama bir şey eksik onda da adını koyamıyorum benim oraya çağırılmış olduğumdan da habersiz belli ki anlatıyor bize bildiklerinin aslında pek de bilmediklerini sanki ben daha çok şey biliyorum ondan... hayır değil kütüphanecilik okuduğumdan sanki daha çok arasıra gelip o kapının önünde durmuşluğumdan her neyse çok bilmiş halka ilişkiler görevlisi bize katalogları gezidirmek de ısrar ediyor hayır sanki katalog bir tek burda var olsun diyorum ama olmuyor garip bir hürmet gösterdiği Cihan hocanın sık sık lafını bölüyor lafınızı bölmek istemem diye giriyor susmak bilmiyor hocaya sık sık siz daha iyisini bilirsiniz diyor ama ne dese bir şey ekliyor çok takılıdım ben bu adama ama yine olsun diyorum olsun kızma bu kadar... her neyse katolog inceleme işkencesi bittikten sonra sergi salaonu tarzı bır mekanda camekanlar içerisinde bazı eserleri görme imkanı buluyoruz hepsi büyüleyici... sanatın, bilimin en muhteşem eserlirini sarhoş vaziyette izliyoruz. pek çok şey var kafamda dönen bu kitapları yazanlar şu kağıtları yapanlar,elinde tek kıldan fırçası tezhip yapanlar, ahh diyorum ben başka devirde yaşamalıymışım...İstanbul'da turist olmayı hayal etmekten hiç vazgeçmeyen ben bir günlüğüne turist oluyorum...yol Sultanahmed'de Ümit Meriç hocanın sohbetiyle bitiyor akşam ezanı okunurken çıkıyoruz salondan Ümit hocaya ve İstanbul'a hoşçakal diyemeden...her şey çok güzel...
ve işte yine Vefa'nın dar sokakları arasında bir şey arayan ifadesiyle ne aradığını bilmeyen ben eski bir Türbe şimdi ismini hatırlamıyorum...ama eminim öyle türbe denip geçilecek değerde değil ama ben bilmiyorum değerini. geçmiyorum hemen önünden yarım yamalak Osmanlıcamla okumaya çalışıyorum kitabeleri ve sonra dua okuyorum diliyorum Rabbimden burda ki nurdan bir parça versin bana da diye hissediyorum çünkü nur var orada... ve bu kez vefanın bilmediğim sokaklarından sülemaniye nin bilmediğim sokaklarına geçiyorum her zamankinin aksine..o heybetsiz ama marur kapının önünde bekliyorum gelecek grubu onlarsız giremem içeri şimdi daha çok korkuyorum çünki beni çağıran her neyse burda olduğumu biliyordur mutlaka ve hakkında aslında bir şey bilmediğimi de... özür dilemek istiyorum ama bilemiyorum taş duvarlar duyar mı sesimi ve grup geliyor sevgili arkadaşım ve onun arkadaşları hocaları ve tanımaktan büyük huzur ve gurur Prof. Dr. Cihan Okuyucu hocayla beraber başlıyoruz geziye içeride bizi tanışmamış olamayı tercih edeceğim bir tanıtım görevlisi kaşılıyor içerideki gizli heybetlerden haberdar belli ki ama bir şey eksik onda da adını koyamıyorum benim oraya çağırılmış olduğumdan da habersiz belli ki anlatıyor bize bildiklerinin aslında pek de bilmediklerini sanki ben daha çok şey biliyorum ondan... hayır değil kütüphanecilik okuduğumdan sanki daha çok arasıra gelip o kapının önünde durmuşluğumdan her neyse çok bilmiş halka ilişkiler görevlisi bize katalogları gezidirmek de ısrar ediyor hayır sanki katalog bir tek burda var olsun diyorum ama olmuyor garip bir hürmet gösterdiği Cihan hocanın sık sık lafını bölüyor lafınızı bölmek istemem diye giriyor susmak bilmiyor hocaya sık sık siz daha iyisini bilirsiniz diyor ama ne dese bir şey ekliyor çok takılıdım ben bu adama ama yine olsun diyorum olsun kızma bu kadar... her neyse katolog inceleme işkencesi bittikten sonra sergi salaonu tarzı bır mekanda camekanlar içerisinde bazı eserleri görme imkanı buluyoruz hepsi büyüleyici... sanatın, bilimin en muhteşem eserlirini sarhoş vaziyette izliyoruz. pek çok şey var kafamda dönen bu kitapları yazanlar şu kağıtları yapanlar,elinde tek kıldan fırçası tezhip yapanlar, ahh diyorum ben başka devirde yaşamalıymışım...İstanbul'da turist olmayı hayal etmekten hiç vazgeçmeyen ben bir günlüğüne turist oluyorum...yol Sultanahmed'de Ümit Meriç hocanın sohbetiyle bitiyor akşam ezanı okunurken çıkıyoruz salondan Ümit hocaya ve İstanbul'a hoşçakal diyemeden...her şey çok güzel...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)