29 Aralık 2012 Cumartesi

Neşe


Gereksiz mutsuzluk gibi gereksiz neşelerim de oluyor arada :) 
Mutlu olacak bir şey yokken ortada bir bakmışım mutluyum, uzun sürmeyecektir ama olsun, 
birkaç saatlik bir neşe bile hiç fena değil. İyi bile geliyor, 
dert edecek onca şey varken keyifli olabilme ihtimalini bilmek. 
Gerçek dünyanın karmaşasından uzaklaşıp, hayali bir şeylerle eğlenip, gülümsemek. 
Sonra bir tesadüf eseri "hipoglisemi" isimli eski bir yazımı okuyup, önce nasıl depresifleşmişim diye kendime kızmak sonra kendimi bu kadar açabilmiş olmamın ne büyük bir adım olduğunu hatırlayıp keyiflenmek. Birbiriyle hiç ilgisi olmayan şeyler arasında kurduğum bağlantıyı görüp. 
Belki Haldun, Hodgson, Aranson, Iqtidar ve daha bir çok kişi ve bir sürü kavram arasında aslında olmayan bir bağlantı kurabilirim demek, kim bilir? :)

26 Aralık 2012 Çarşamba

İşte sonra, olmadık bir anda gözlerden süzülür yaşlar,
Küçük bir kızken "ağlayınca gözlerin güzelleşiyor" diyen anne de yoktur yanında
Teselli edecek hiç kimse
Yaslanacak bir omuz bulamazsın
Canın yandığında
Büyük bir yara değil belki
Küçücük
Birkaç güne unutacaksın
Hiç acımayacak belki
Ama her şey mi üst üste gelir?
Küçücük sıkıntılar bir dağa nasıl çabucak dönüşür?
Her şey mi yakar canını
Büyümemiş bir kızın
Büyümekten korkan küçük kızın
Birkaç damla süzülür usulca
Öyle işte...
Hepsi bu, herşeyin canını yakmasına izin verir
Sonra
Küçük kızı onu yaşlı gözleriyle sevene sığınır
O yoksa yanında bu defa
Ona ait bir şeye
Yeşil taşlı eski bir yüzüğe sığınır
Annesinin gözlerine yakıştırdığı o eski yeşil yüzüğe

17 Aralık 2012 Pazartesi

Cenaze Aracı Etkisi


Her gün derse giderken cenaze arabası görüyorum, ama istisnasız her sabah. Zira öğrencisi olduğum enstitü hemen mezarlığın yanı başında-İstanbul'un kadim ve meşhur mezarlıklarından biri-şikâyetçi değilim. Önceleri farketmiyordum cenaze araçlarını, farketsem de üzerinde durmuyordum. Hayatın sıradan bir parçasıydı sanki ama şimdi bir metafora dönüştü zihnimde. Her gün görüyorsam onları ve tuhaf bir biçimde dikkat ediyorsam hangisi dolu hangisi boş, madem durum böyle faydalanmalıyım bundan dedim kendimce, her gün derse gitmeden önce ölümle yüzleşiyorum önce. Ölüm... Bütün bu çalışmaların, didinmelerin sonu sade ve sadece ölüm. Sonrası gerçek hayat! Bugünkü kısa ve yalan, asıl hayat o aracın gittiği yerde, o yeşil örtünün altında gerçekler. İşte bu halet-i ruhiye ile başlıyorum güne, bazen iyi bir etki bazen kötü. Kimi gün aklımı başıma getiriyor cenaze arabaları, kimi gün fazla sarsıyor… ama varlar işe, mezarlıklar, salalar, cenaze arabaları… varlar, ölüm gibi ölüm kadar gerçekler. İçinde olduğumuz şu hayatın geçiciliğini, gerçekliğini anlatırcasına her gün daha gerçek ve daha yakın.

11 Aralık 2012 Salı

2012'nin Aralık ayındayız, fikrimce kıyamet falan kopmayacak. Ama benim için kabus gibi bir ay oluyor halihazırda. İlginç bir gün geçirdim bugün, kütüphanede masa dolusu kitap ve internet ikilisiyle bir yazı yazamadım. Tıkandım, kalakaldım öylece, yazamadım, olmadı. sonra eve gelince aklıma geldi birden; ben bu sene epey şey yazdım, çoğunu kaldırdım kenara, öylesine şeylerdi hepsi. İyi yazmak mühim değil çoğu zaman, sadece yazabilmek, tıkanmamak istediğim. Sonra düşündüm ne zamandır böyle çok yazıyordum? Temmuzdan beri, zira bir tuhaflık yaşadım, alışık olmadığım bir silkelenme, bir büyüme, ruhumda bir perde indi, bir perde kalktı, sustum, konuşunca saçmalıyormuşum dedim, yazmaya başladım, gerekli-gereksiz yazmaya. sonra işte ertelediğim şeyleri yapmaya başladım, planlamadan kendiliğinden, arzuladığım gibi, sonra bir noktaya geldim ve yine tıkandım. Akademik yazım içinde sanırım bir silkelenmek gerekiyor, önce bir dibi görmem, yanmam gerekiyor ki küllerimden doğayım. Öyle işte...