9 Aralık 2008 Salı

30 Mart 2008 Pazar

bir doğum günü daha

dündü o gün "ağabey"imin doğum günü bu "ağabey" kelimesini sevmiyorum abi şeklinde söylendiği gibi yazılmalı bence zira o hali çok soğuk sevimisiz geliyor bana.herneyse zaten ben isimle hitab etme dönemine geçeli oldu epey zaman...en zor iletişim kurduğm kişi belki de kendisi, beni en çok ağlatmış hep üzmüş ama düşündüğümde belki ortak yönlerimizde böyle olmuş tahammülsüzlüklerimiz karşılıklı, inatçılıklarımız,paylaşamadıklarımız hep aynı...her odasına gittiğime benden aşırdıkalrını görmek nasıl bozuyorsa sinirimi o da sevinmiyorm belli ki giydiğimde t-shirtlerini...ama hayat beraber geçmek zorunda benden 2 yaş 1 ay büyük abimle,zaman öğretecek belki bize paylaşmayı, kavga etmemeyi ona saygı duymayı, bana görmezden gelmeyi...

26 Mart 2008 Çarşamba

koskoca bir ay...

küçücük blogumda yalnız bir yazı...şimdi 26 günün en önemli gün 11i kalmış aklımda sevgili kardeşimin doğum günü... gün mühim değil, çok mühim olan onun varlığı, sevginin karşılıksızlığı, ona her baktığımda böyle haşarı, böyle huysuz bir çocuğu beni en çok üzdüğü, kızdırdığı anlarda bile hiç azalmayan bir sevgiyle sevmem... 11 yıldır hergün, her an sevdiğim kardeşim, o sapsarı saçlariyla, muzur ifedesiyle küçücuk kıza benzeyen suratıyla fotoğraf karelerinde, şimdi büyümüş, ben çocuk değilim havalarıyla inatçılığı, üzüldüğünde, sinirlendiğinde bir anda dökülen göz yaşlarıyla, sevgili kardeşim onun için ettiğim dualar inşallah gerçekleşir: hep mutlu hep başarılı hep yanımda olur...onunla birlikte 120 filmini izlerken gözlerimden dökülen yaşlar...tamam abla bu kadar da ağlanmaz ki diyen sesi için tekrar tekrar dökülen yaşlar kardeşini kaybetmiş ablalar için dökülen yaşlar...yanımda çok sevdiğim kardeşim var

6 Mart 2008 Perşembe

Dün...Güzel Bir Gün...

Ayrılırken böyle dedik arkadaşımla birbirimize güzel bir gündü bugün. başlangıcı, bitişi, herşeyi güzeldi sanki. tabii aklımda eleştirecek pek çok şey var ama önce olumlu yorumlar...süpriz bir geziydi dün. ki benim için aniden başladı aniden bitti son günlerde sık sık bilmediğim sokaklarında dolaştığım İstanbul un pek çok kez dolaşdığım ve varlığından bihaber olduğum sokaklarında konusu sokaklar olmayan bir gezi bu aralar sürekli beni çeken Süleymaniye civarında geçen bir gezi henüz iki gün önce gitmiştim oralara Vefa'ya gitmek için bildiğim tek yol olduğundan Süleymaniye sokakları yolumun üzerindeydi...iki gün önce yine Süleymaniye Kütüphanesi'nin önüne kadar gitmiş, otomatik kapının açılıp kapanmasını izlemiş, sonra sanki hayır! buraya ilk girişin büyle olmayacak dercesine ayrılmıştım ordan halbuki belki üç senedir girmek istiyorum o kapıdan pek öyle heybetli de değil aslında benden başka herkes girebilir tereddüt etmeden ama işte belki içeride eski sayfaların içerisinde gizlenmiş heybeti bildiğimden giremiyorum bir türlü... o çağırsın istiyorum gel desin layıksın bana desin başka türlü giremem biliyorum ve biliyorum aslında içeride heybetli birşey göremeyeceğimi ve belki bu yüzden erteliyorum hayal kırıklığı içerisinde geri dönüşümü çünkü kıymetli ne varsa gizli bir kenarda bekliyor kıymeti bilinecekleri ben bilirim diyorum kendime ama ilmini bilmem utanıyorum bilemediğim ilimlerden...çok uzattım işte bu dar sokak ve küçük kapının ardından vefaya gidiyorum daha pek çok bilmediğim küçük kapı ve dar sokak görüyorum başka bir asırda orda olmuş olmayı dileyerek işlerimi hallediyorum Bisav a gidiyorum kaydın başlkamadığını öğreniyorum vefa bozacısından anneme benim pek sevmediğim ama ailenin geri kalanın pek kıymet verdiği Boza yı annemin leblebi almadın mı? diyen sesi kulaklarımda Vefa Leblebicisinden Leblebi yi alıyorum...uzun bir yol ve evim annem elimde boza poşetini görünce soruyor Leblebi aldın mı diye gülümsüyorum küçük çocukların görevini yapmış ifadesiyle...ve çok geçmeden bir telefon Süleymaniye Kütüphanesi beni çağırıyor...şaşırıyorum...

ve işte yine Vefa'nın dar sokakları arasında bir şey arayan ifadesiyle ne aradığını bilmeyen ben eski bir Türbe şimdi ismini hatırlamıyorum...ama eminim öyle türbe denip geçilecek değerde değil ama ben bilmiyorum değerini. geçmiyorum hemen önünden yarım yamalak Osmanlıcamla okumaya çalışıyorum kitabeleri ve sonra dua okuyorum diliyorum Rabbimden burda ki nurdan bir parça versin bana da diye hissediyorum çünkü nur var orada... ve bu kez vefanın bilmediğim sokaklarından sülemaniye nin bilmediğim sokaklarına geçiyorum her zamankinin aksine..o heybetsiz ama marur kapının önünde bekliyorum gelecek grubu onlarsız giremem içeri şimdi daha çok korkuyorum çünki beni çağıran her neyse burda olduğumu biliyordur mutlaka ve hakkında aslında bir şey bilmediğimi de... özür dilemek istiyorum ama bilemiyorum taş duvarlar duyar mı sesimi ve grup geliyor sevgili arkadaşım ve onun arkadaşları hocaları ve tanımaktan büyük huzur ve gurur Prof. Dr. Cihan Okuyucu hocayla beraber başlıyoruz geziye içeride bizi tanışmamış olamayı tercih edeceğim bir tanıtım görevlisi kaşılıyor içerideki gizli heybetlerden haberdar belli ki ama bir şey eksik onda da adını koyamıyorum benim oraya çağırılmış olduğumdan da habersiz belli ki anlatıyor bize bildiklerinin aslında pek de bilmediklerini sanki ben daha çok şey biliyorum ondan... hayır değil kütüphanecilik okuduğumdan sanki daha çok arasıra gelip o kapının önünde durmuşluğumdan her neyse çok bilmiş halka ilişkiler görevlisi bize katalogları gezidirmek de ısrar ediyor hayır sanki katalog bir tek burda var olsun diyorum ama olmuyor garip bir hürmet gösterdiği Cihan hocanın sık sık lafını bölüyor lafınızı bölmek istemem diye giriyor susmak bilmiyor hocaya sık sık siz daha iyisini bilirsiniz diyor ama ne dese bir şey ekliyor çok takılıdım ben bu adama ama yine olsun diyorum olsun kızma bu kadar... her neyse katolog inceleme işkencesi bittikten sonra sergi salaonu tarzı bır mekanda camekanlar içerisinde bazı eserleri görme imkanı buluyoruz hepsi büyüleyici... sanatın, bilimin en muhteşem eserlirini sarhoş vaziyette izliyoruz. pek çok şey var kafamda dönen bu kitapları yazanlar şu kağıtları yapanlar,elinde tek kıldan fırçası tezhip yapanlar, ahh diyorum ben başka devirde yaşamalıymışım...İstanbul'da turist olmayı hayal etmekten hiç vazgeçmeyen ben bir günlüğüne turist oluyorum...yol Sultanahmed'de Ümit Meriç hocanın sohbetiyle bitiyor akşam ezanı okunurken çıkıyoruz salondan Ümit hocaya ve İstanbul'a hoşçakal diyemeden...her şey çok güzel...

29 Şubat 2008 Cuma

yaz boz

yazacak onca şey varken okumayı tercih ediyor küçük beynim... şimdi o küçük çünkü herkes öyle biliyor bilsinler ne çıkar...(eğer varsa)okuyucularımdan özür mahiyetinde sıralıyorum yazmak isteyip de yaz(a)madıklarımi; elimde -55 yıllık bir aşk masalı- arkadaşlık- boğaziçi- bahar çarpması- başlamayan okul- ebru sanatı- suratsız insanlar- 29 çeken Şubat ayi- hakkında yazılmayı sabırla bekleyen, üstüne uzun uzun düşünülmüş yazılar var. ama ne yazık yazı değil onlar! kafamın içinde dolaşan, silinip silinip yeniden yazılan yazılamamamışlar... ne diyelim geçmiş olsun...yalancı olmayan baharda görüşmek üzere

8 Şubat 2008 Cuma

herkes "beni" konuşuyor...

her yerde, her muhabbette "ben"...kimse kayıtsız kalamıyor "bana", görmezden gelemiyor...eskiden yokmuşum gibi davranırdı çokları şimdi olmuyor, batıyorum sanki, sadece varlığımla rahatsız ediyorum. niyetim hiç de öyle değil halbuki ben ne yapıyorsam yalnız kendim için, inandıklarım için yapıyorum. kimseyi rahatsız etmek mutlu etmez beni. ama aslında ben rahatsız da etmiyorum, onlar oluyor...fena şartlanmışlar- Pavlo'nun köpeği hak getire- karar vermişler, inanmışlar onları rahatsız ettiğime. kimse,hiç bir şey fikirlerini değiştiremiyor...gerçekler bile...

milyonlarca neden? sorusu dönüyor etrafımda...neden takıyorlar? neden diretiyorlar? neden inanıyorlar? neden sıkılmıyorlar? neden vazgeçmiyorlar? neden? neden? neden?....
bir de "ya" lar var... ya şöyle olursa... ya herkes takarsa.... ya mahalle baskı yaparsa... ya bilmem kim bilmem kimin horozuna kış derse... ya Türkiye şöyle olursa... ya İran olursa... ya Malezya olursa... ya bilmem neredeki bilmem ne zındık ülkeye benzerse... ya ya ya....
sonra aklımın tahayyülünden çok uzak nasıl? lar var... nasıl takacak? nasıl girecek? nasıl bakacak? nasıl gülecek? nasıl sevecek? nasıl gizleyecek? nasıl hepimizi yerimizden edecek? nasıl bunca yıllık ezikler artık ezik olmayabilecek? nasıl? nasıl? nasıl?...

hepsine ayrı ayrı mükemmel, gayet bilimsel cevaplarım var ve fakat kimse sormuyor. aslında merak da etmiyor; bunlar da soru falan değil zaten; "arkadaşlar bak bunca şey var hadi bi kavga patlatalım Türkiye 300 yıl geriye gitsin" muhabbeti... ama ben yemem bunları cevap vermeye de kalkmam... benim bildiğim tek bir şey var o da "bireysel hak ve özgürlüklerimdir" otobüste aralarında konuşup bana kıs gayet derin ve manalı bakışlar atan cumhuriyet çocuğu teyzelerime de, kameraya el sallayın sizi okuldan atmayayımcı rektörüme de, bilmem nerdeki bilmem ne entellektüel- en derin muhalefetçi- amcalarıma da , tek cevabım ben varım ve benim hak ve özgürllüklerim var... sizden 15 kat daha fazla cumhuriyet çocuğuyum laikliği 54 kat daha iyi anladım bir de insan hakları evrensel beyannamesi(bknz. madde 18 madde 26 yahut siz toptan okuyun hepsi birbirinden mühim) var hatırlatırım... bir de ne olur beni alet etmeyin çocukca kavgalarınıza, ve çalışmayın benim yerime karar vermeye... başımdaki örtüden önce ben varım....sadece hatırlayın ben de sizin kadar insanım... okuduğum onca kitaptan çok başka bu kitap... kimseye ait değil ve "ne yazık" artık vitrin üstünde durmuyor ben okudum ve böyle anladım siz anlayın yada anlamayın...

2 Şubat 2008 Cumartesi

bir hafta sonu, bir müze, bir sergi, bir cafe...ve bir arkadaş!

geçen hafta verdiğim hafta sonu molamı ve aklımda kalan keyifleri paylaşmak istedim... cumartesi, halledilmesi gereken işler ve araya sıkıştırlan sohbetler, gizlemekten vazgeçilenler, derken öylece bitti. pazarsa müthişti... çok güzel bi kafe var mutlaka görmen lazım derken sevgili arkadaşım, ben hergün karşıya geçiyorum yok mu buralarda bi yer düşüncelerime rağmen karşıya geçildi...vapurda akılama epeydir görmek istediğim bir sergi geldi, aman boşver ona da başka gün gideriz dendi...ve sonra yürürken ihtişamlı ara sokaklarda birden müze karşımızda belirdi OSMANLI BANKASI MÜZESİ klasik müze anlayışımızın çok ötesinde başarılı bir müze bence, çok yetkin kişilerin hazırladığı bu mekan; bankayla, parayla hiç ilgisi olmayan bizi büyüledi her yeri ayrıntıyla gezildi...Osmanlı Türkçesi bilgim ölçüldü sınıf geçildi. bankanın hikayesi, bu memleketin parasının başkalarınca yönetilmesi, başkalarına ait olan bankanın adının Osmanlı olması...pek çok gerçek vardı şaşırdığımız ve pek çok ilgi çekici materyel gördük. çekler, tedavülden kalkan paraların saklanan köşeleri, bankanın eski müşterilerine ait belgeler... pek çok şey vardı müzede. dekorasyonu ve ziyaretçileri yönlendirme biçimi çok hoştu...eskiye ait belgelerin modern bir biçimde sergilendiği bu müze bence özellikle bankacılar tarafından mutlaka gezilmeli. ayrıca müze bana arşivlerin önemini bir kez daha hatırlattı. bankaya ait tüm bu belgler doğru bir biçimde muhafaza edilmeseydi görmek mümkün olmayacaktı bana hep aman o iş hiç bana gore değil dedirten banka arşivistliğinin o kadar da kötü olmayabileceğini düşündürdü...sırada Prof.Dr.Edhem Eldem in hazırladığı DOĞUYU TÜKETMEK sergisi vardı. biraz hayal kırıklığına uğradım doğrusu tv de görüp mutlaka görmeliyim dediğim serginin konusu ve işleniş biçimi mutlaka çok güzeldi ama sanki daha etkileyici olabilirdi, sanki benim adını koyamayacağım bir eksiklik vardı. ama yinede çok şey düşündürdü Batının DOĞUyu algılayışı hep canımı sıkmıştı şimdi birde DOĞUnun neresi olduğu sorusu kafama takıldı...

2. durak GALATA KONAK CAFE...çok güzel bir mekan sıcacık uzun uzun oturabileceğiniz lezzetleriyle kendinizden geçebileceğiniz bir yer fondaki müzikleri, tatlıları, kahveleri, herşey çok ama çok güzeldi. yaz mevsiminde kullanılan terasına çıkıp arkama galata kulesini alıp manzaraya bakmak harikaydı. özenle hazırlanmış mekanlar hep ilgimi çeker; Konak Cafe tam da böyle bir yerdi, dışından pek de öyle bir yere benzemeyen bu mekanın herşeyi özenilmişti. boğmayan ama ayrıntılarıya keyif veren dekorasyonu gerçekten güzeldi. menü ye söz yok zaten...karşımda gördüklerim sık sık nasıl fotoğraf makinasını nasil unuturuz dedirtse de cep teelfonuyla bir kaç görüntü yakalandı gerçi cafenin sitesinde daha güzellerini görmek zaten mümkün... teşekkürler b

31 Ocak 2008 Perşembe

mola

hayatın tüm akışı,yoruculuğu içerisinde mola gerek bazen insana. belki bir kaç dakika,saat yada ay önemli alan olduğun yeri,soluduğun havayı,yaptığın işi seçebilme özgürlüğü benim için...biten sınavlar, beni çok yoran bu birkaç ay ve sonunda final notlarını bile umursamayan ben...staj için gün hesapları yapıyorum hala o kesin, ama o kadar da yormuyor beni, hatta çok kısaymış diyorum bazı anlarda, benim daha ödünç alacağım kitaplar, filmler vardı sevmiştim kütüphaneyi...bazı anlarda çok sıkılıyorum, bana göre değil bu iş!, çok sessiz! diyorum ama birşey oluyor,fikrim değişiyor,öğrenebildiğim her işi yapabilirim diyorum,eğleniyorum velhasıl şimdi başka şeylerle meşgul olma özgürlüğümü kullanıyorum,arada ufak ufak çalışıyorum,geziyorum,okuyorum,izliyorum...vakit bulduğumda hafta sonundan da bahsedeceğim biraz, hem belli olmaz belki birkaç fotoğrafta eklenir yazıya:)cep telefonuyla çekilmiş olsa da

13 Ocak 2008 Pazar

uffff

bi garibim bugun simdi turkce bi yazi yazicam ama klavyami turkceye ayarlamaya halim yok sanki buyuk harf kullanmak bile zor olur su halde... "halbuki imlaya dikkat eder olmustun be hum noldu sana eskiye mi dondun?" kivamindayim. butun gun bos durdum ondan belki bide pek az insan gordum dier gunlerin aksine ilginc yani konusmadim bile diebilirim hic nerdeyse gerci online olanlari saymiyorum sayarsam fena olur zira. bu gun ne yaptin? sorusuna borek diorum kendi kendime egleniorum yanliz borekler bile yalniz kaldi zavalliciklar buzdolabinda bekliyolar bi Allahin kulu pisirsin die ama o ben diilim biliolardir heralde. ebay de gezdim boynum agridi bilg basinda... manasizlik hat safhada hayir film izlicektim ama dvd yi acmadi mac region code die bisi varmis ki yeni ogrendim cok fena bozdu beni..bi akli selim europe ayarlamis bisimkini deistirmek mumkun diil. elimde eternal sunshine of the spotless mind var sil bastan die cevirmis bi akli selim de turkceye ama dvdm amerika dan gelmis anlasilan bilginin kutuphanesi tr de cikana kdr bekleyememis e sonuc hayal kiriklii deistiremiorm region code zimbirtisini izleyemiorum filmi uff yani icimde kaldi resmen gerci gayet ipingilizce bi film islemeyeli uzun zaman olmustu yok dusundum simdi olmamis fazla 3 ay fln idare ederdim demek ama altyazi da ii bise yane ufff ne berbat bi yazi bu ama yazdim bi defa silmek olmaz... icimde ki kocaman uffffff`e dur diyemiyorum o da ayri mesele ufff annem nerde uffff ben bugun gezcektim uffff dvd calismadi ufff ders calismam lasim ufff yarin gene staj var ufff bu finallerle isim is uffff birinin kardescegizime odevlerini yaptin mi demesi lazim uffff bu cay cok fena olmus ufff butun kabakli borekleri yesem annem kizar mi ufff sismanlar miyim uffff zaten bi kila daha almisim uffff hayat cok fena ufff kizlarla 20 sinde pasalimaninda die konsutuk ufff sabah kahvaltisi icin uskudara gidebilcek goz bende var mi ufff yarin mecidiyekoy e gidiosun naber ufff eger varsa okuyucuma yaptigim eziyet yeter...

7 Ocak 2008 Pazartesi

"hıyar mısın be!"

bazen insanın şoka uğradığı anlar oluyor. işte bu da benim için onlardan biriydi...metrodan yürüyen merdeivenlerden indim,inerken de çantam bir bayana çarptı...oldukça hafifçe kalkmak üzere olan fünikilere yetişmek için koşuyordum arkamı dönüp pardon demedim...ama arkamdan bir ses geldi; hıyar mısın be! şoka uğradım ses çıkaramadım bi an ne diyeceğimi bilemedim...çarptğım iççin özür dilerim ama siz de daha kibar olabilirsiniz dedim...aslında, özür dilerim, dediğimi anlamadınız değil mi çünkü siz ancak hakaretten anlarsınız demeliydim...ama öyle biri değilim...dolayısıyla hakaret yemeye devam ettim akrşımda okumuş, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek görünüşlü bayan...sus be diyerek kabalaşmaya devam etti. halbuki ben bana çarpanlar özür dilediklerinde gülümseyip önemli değil diyenlerdenim...ama yeni bi karar verdim bundan sonra karşıma kaba bi insna çıktığında ne demem gerektiğine karar vermem gerekicek...çünkü şoka uğruyorum ve saçmalıyorum...

kötü başlayan gün kötü devam ediyordu...yağmur, ayakabımın içine dolan su...ayna hatayı iki kez tekrarlamak...

gerçi az önce bi işe yaradığımı hissettiren bişi yaşadım...muhtemelen hayatında ilk kez kütüphaneye gelen kullanıcıma katolog taramayı öğrettim...ne büyük sevinç, belki önemsiz ama eğer yerimde başkası olsaydı onun bu durumunu cahillik gibi algılar küçümserdi...küçücükt olsa bir fark yarattığımı hissetmek güzeldi...

6 Ocak 2008 Pazar

tanımak...

tanımak : Daha önce görülen, bilinen bir kimse veya şeyle karşılaşıldığında bunun kim veya ne olduğunu hatırlamak
tanımak : Bir kimse veya şeyle ilgili, doğru ve tam bilgisi bulunmak

bir kelime iki farklı anlam, ama o kadar farklı ki... özellikle insanlar söz konusu olduğunda...
hayatta kaç kişiyi taniyorsun? çok
hayatta kaç kişiyi gerçekten tanıyorsun? hiç

bu uçurum beni korkutuyor bazen. insan, tanıyorum dediği kişileri tanımıyor aslında. içinden bambaşka kişiler çıktığında da şaşırmıyor
çünkü tanımak bazen çok zor bazen de imkansız. halbuki ben tanımayı çok severim; bilmek isterim arkadaşım dediğim insanların aslında kim olduğunu ve ne hissettigini ama düşünüyorum da insanın bir kişiyle ilgili "doğru ve tam bilgisi" olması mümkün mü? cevabı kendimde arıyorum; beni "doğru ve tam olarak" tanıyan biri var mı? yok. benim "doğru ve tam olarak" tanıdığım biri var mı? yok... olacak mı? bilmiyorum. ama olmasını şiddetle istiyorum aynı zamanda tanınmaktan da aynı şiddetle korkuyorum çünkü insan bazen kendisinden korkuyor, düşündüklerini düşünmemiş olmayı istiyor.
demek ki tanınmak pek de iyi bir şey değil... belki tanımak da aynı şekilde; mesela insan tanıdıkça uzaklaşıyor bazen; çünkü tanıdıkça mükemmel olmadığını görüyor tanıdığının... benim gibi mükemmeli sevenler için zor oluyor buna alışması uzaklaşmaksa daha kolay
bazen insan tanıdıkça tanıdığına pişman oluyor ama engel olamıyor... bazen tanıdıkça heyecanlanıyor sonunda hüsrana uğrayabiliyor.tanımak sonunda hep bir sıkıntı veriyor sanki yada benim için öyle oluyor. ama yine de istiyorum tanımayı hem daha çok insan tanımayı, hem daha çok insanı daha iyi tanımayı, çünkü tanıdıkça daha az üzüyorum belki karşımdakini ve daha az üzülüyorum.... zamanla diyebiliyorum affetmeye deger, istememişti üzmek yada uzaklaşıyorum, anlıyorum farkındaydı diyorum... aldırmadı...
bir yer acıyor belki... sessizce köşeme çekilip bunları düşünüyorum...


girift ruh halimin garip dusuncelerimin eseri olan bu katrmasik yaziyi okumuslardan ozur diliyorum...sadece kendimi tanimaya calisiyordum:)

4 Ocak 2008 Cuma

biz büyüdük ve kirlendi dünya...

anlamadığım şeyler dönüyor etrafımda...metroya k9lar eşliğinde biniyorsun iyi etmişler diyorsun, her yerde garip, çantanın guvenilir olduğunu nasıl anladığını anlamadığın güvenlik cihazlarına maruz kalıyorsun çalışıyordur inşallah diye düşünüyorsun ve bir süre sonra etrafına acaba hangisi terorist diye bakıyorsun, sen olsan bombayı vapurun neresine koyardın diyorsun..aklına geliyor sen bomba falan koymazdın. neden koyasın? birilerini öldürmek kimi mutlu eder? nasıl eder? niye etsin? biz bu hale nasıl geldik diyorsun? ama yürümeye devam ediyorsun, hayat devam ediyor, etmek zorunda, neden tüm bunların bitmesi icin onca insan ölmek zorunda...faydası olmayacağını bilirken herkes buna neden göz yummak zorunda? baska yolu yok mu? nasil yok?halbuki bize bir sürü şey öğretmişlerdi;özgürlük demişlerdi.insan haklarindan bahsetmişlerdi.öldürenler bilmiyorlar mı tüm bunları? nasıl bir kin ne çeşit bir nefret katil eder insanı? nasıl bir ruh başkalarını öldürmek icin kafa yorar planlar yapar?nasıl bir şeydir insanı böyle canileştiren...nasıl kanlı bir oyundur bu onlar öldürdükçe bizde öldürücez saçmalığı..kimse söylemedi mi size öldürmenin günah olduğunu?!. nedir insanlığın kötüyü iyi görmesine neden olan, gözleri böyle bağlayan...


eskiden mazaretin vardi küçüktün onlar senden değildi büyüklerdi...delirmişlerdi belki, büyüdün anlarsın sandın anlayamadın, mazeretler kalktı..üstelik ölenler de öldürenler de senin yaşindaydi...birşeyler mırıldandın: biz büyüdük ve kirlendi dünya...bizden öncekiler de büyümüşlerdi kirlenmişti dünya ve bizden sonrakiler de büyüyecek... dünya temiz gün göremeyecek

3 Ocak 2008 Perşembe

istanbul

şimdi kar yağarken dışarıda, düşünüyorum: bu şehir kim bilir kaç kez karlar altında kalmış kaç kez daha kalabilecek? cevap vermek zor ama bildiğim benim çok azına şahit olabileceğim hayatın akışında en az düşündüğüm bu belki...zamanın mekanın içinde kapladığım yer ufacık. istanbul kocaman bir tarih...küçücük ayaklarımın yürümekle bitiremeyeceği kadar büyük bir şehir... kulaçlarımın aşamayacağı bir deniz..."hiç" değilim bu şehirde hiç kimse "hiç" değil. ama gittiğimde hatırlamayacak beni, uzak olduğumda özlemeyecek, özlediği biriler vardır belki ama ben olmayacağım belli ki. şimdi gökyüzünden düşen bir kar tanesi gibiyim. düşmüşüm kalmışım ama sonra güneş açacak belki yağmur yağacak ve ben gideceğim belki birkaç gün hatırlayacak beni istanbul, sonra hiç gelmemişim gibi olacak: her gün yürüdüğüm yollar da beni unutacak...
kocaman zamanın kocaman mekanın içinde küçücüğüm... bana kalırsa padişahları bile unutmuştur istanbul onca hükümdar onca hüküm: bilmem var mıdır hiç bir tanesi istanbul`u üzmemiş? hepsini unutmak istemiştir istanbul: herkesi unutmak isteyecek...
şimdi istanbul`un şu keyifli tepesinden izlediğim onca araba... onca bina... içinde oturduğum şu koca- ev etrafını saran ağaçlara rağmen- istanbul hepsini unutmak isteyecek. ne yazık! istanbul hiçbirimizi hatırlamak istemeyecek vardınız ve yoksunuz diyecek dolmuş gözleri artık kapanmak isteyecek...
üzgünüm istanbul sana layık olamadım; seni yollardan, binalardan kurtaramadım ama korkma yetmez kimsenin gücü yağan karı durdurmaya... şimdi o okşar seni, besle,r arındırır mikroplardan, boyar beyaza bir kaç günlüğüne, tertemiz gururla bakarsın gükyüzüne...