28 Ekim 2010 Perşembe

peki, biliyor musun ne istediğini
gözlerini kapadığında gördüğün düşler mi gerçek
tanımadığın nefesler mi
neyin peşindesin
hayalin mi
hayyallerindeki gerçeğin mi
rüzgarın sesini dinle
ve söz ver kendine
hayal kurmak yok bundan böyle...

20 Eylül 2010 Pazartesi

takvim

bu yazı zihnimde belki 6 aydır bekliyor, erteliyorum hep...korku var içimde
dün ilk cümleyi yazma cesaretini gösterdim...ancak yazıyı yazmak için ellerimi klavyeye götürdüğümde kendimi bilgisayarı kapatırken buldum, kendinden kaçmak bu olsa gerek
bugün düşündüm ve karar verdim yaz gitsin,
nasılsa kimse okumayacak özenme,
bağırır gibi yaz, bir daha sen bile okumak isteme

ben kendimi yeniliklere açık sanırdım, tamam takıntılarım vardı ama değişim korkulacak şey değildi eskiden, ne oldu yaşlandım mı bilmem...dayanamıyorum değişimlere

planlara uyamadığım kesin, ama hiç plan yapmaktan vazgeçmedim, işime de yaradılar çok zaman, hep takvimlerim oldu benim, bazen doldurmaya vakit bulamadığım ajandalarım, küçücükken bile vardı, yazardım hangi gün ne yapılacak, şu son 4 yıldır takvim hayatımın belki de en önemli gereçlerinden biri oldu, bilmem ne ayının bilmem kaçı ders seç, falanca gün dersler başlar, vizeler şu tarihte, finaller falanca hafta...hep takip ettim hiç kaçırmadım

4 yıl bitti ama bitmeden beni bitirdi...belki okulun son üç ayı takvimlerle bozdum kafayı...seneye eylülde mi açılır okul, ekimde mi? güz dönemi ne vakit bitecek...tatili çok uzun tutmasalar bari...bu fikirlerin zihnime düşmesini müteakip hayal kırıklığı, depresif bir durum e be salak kafam bir daha okul baş-la-ma-ya-cak
"okul" denilen yere ilk adım attığımda henüz 3-4 yaşlarındaydım, şimdi 212im biliyorum hala küçücüğüm ama işte sanki bir parçam benden koparılmış gibi hissediyorum...yada evin kapı önüne bırakılmış çöp poşetiyim...

"okul"un bittiğine üzüldüğümü fark edenler şaşırıyor da şaşırıyor, boş gözlerle bana bakıyor...ahhh keşke diyor, iyi de ben seviyorum "okulu"u yasak mı? ayıp mı?

takvimlere bakamaz oldum, koca yaz kaçtım acı gerçekten, kendime kalemler aldım çocukluğumdaki gibi "okul" için...bundan böyle hiç eskisi gibi olmayacak biliyorum, kalemlerim kaybolmayacak...orda burda unutulan defterlerin peşinden koşulmayacak...daha büyük dertler var bundan böyle...iş-güç peşinden koşmak gerek
ne yüksek lisans ne başka türlü eğitim, hiç biri benim tekrar "okul"lu yapamayacak

mezuniyet işlemlerini başlatamayan, takvimlere bakamayan, "okul"dan kopamayan bir deliyim ben hem de zır deli...offf

karaya vurmuş balık gibiyim, kocaman bir dalga alıyor hırpalayıp, sıcak kumun üzerine atıyor bedenimi, korkuyorum ama bilmiyorum bu kumun üzerinde ölmekten mi haşin dalganın elinde oyuncak oluvermekten mi bilmiyorum...heybetli su geliyor çekiyor beni derinliklere, bir durulsa su belki kavuşacağım eski gücüme, bildiğim sularda alacağım soluğu...derken bir de bakmışım sahili boylamışım...tamam diyorum buraya kadarmış bitti işte, hooop serin su alıyor beni koynuna...son nefesini vermek üzere bir balık gibiyim...nereye aitim bilemiyorum

18 Eylül 2010 Cumartesi

sade

küçük bir hayat istiyorum, olabildiğince sade,
kitapların çok gürültülerin az olduğu bir dünya, karmaşadan uzak,
zihnimin yorulmadığı, sesimin yükselmediği, kimseye öfkelenmediğim bir hayat, öfkelenecek bir şey olmayan sapsade bir hayat...
hesap vermeden hesaplı bir hayat yaşamak istiyorum,
belki daha az düşünmek, daha az üzülmek

bir şarkı vardı "kendime yeni bir ben lazım" aynı o hallerdeyim, düşünürken nefesim kesilecek oluyor...beynim zonkluyor,
ıslahat mı inkılap mı istiyorum? bilemiyorum...
içimde kocaman bir offfffffffffff var çıksın istiyorum,
zihnim kararsız...gönlüm kararsız
yeni bir adım atamıyorum, durduğum yere de dayanamıyorum

Allah'ım yeni bir kapı aç ne olur...

8 Haziran 2010 Salı

sus lütfen

kafamın içinde durmadan konuşan biri var, onu ne zaman aldım içime bilmiyorum...cidden ne zaman izin verdim beni ele geçirmesine, tuhaf bi biçimde konuşurken duraksıyorum, o ne diyor bir bakıyorum...saçmaladığına inanmak istiyorum ama hep haklı lanet...ne zaman dur dese ve ben durmasam durmadığıma pişman oluyorum(ne cümle ama) ama içimdeki çok bilmiş, ukala dümbeleğini dinlemek de istemiyorum...denemek istiyorum, hata yapmak istiyorum...izin vermiyorrr bir gün bu paragrafı tekrar okursam neden yazdığımı hatırlamayacağım...konu neydi bilmiyor olacağım, böyle başka yazılar da var alışkınım

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Zıbın


Uzun zamandır yazmadım...ama hep istedim...fazla gevelemiyorum yazıveriyorum...


Nereden taktım bu mevzuya kafayı bilmiyorum, ama işte düşünüyorum. Etrafta renk renk, çeşit çeşit, tarz tarz giyinmiş insanları gördükten sonra, düşünmeden edemiyorum.
Giydiklerimiz, çok şey ifade ediyor, modern dünyada... ve belki de yüzyıllardır böyle, henüz ismini bile bilmediğimiz hatta hakkında en ufak bir bilgiye sahip olmadığımız, sokakta gözümüze ilişiveren bir kadın, bir erkek hakkında öyle yada böyle çokça bilgiye sahibiz giydikleri dolayısıyla..."din"ine karar veriyoruz bir anda bazen, çok emin oluyoruz ne kadar "varlıklı" olduğundan..."eski kafa"mı?, "son moda" mı? biliyoruz hemen...bazen beğeniyoruz birini sadece giydiklerinden...ama gerçekten anlatır mı giydikleri birini? gerçekten bu kadar çok şey anlatabilir mi? esvap dedikleri? Emin değilim...
o kadar çok ayrıştırıyoruz ki insanları böylece düşünüyorum insan yalnız başına mı seçiyor giydiklerini..gerçekten kendi istediği için mi öyle? şahsen çok da bilemiyorum, giydiklerime o kadar da kafa takmadığımdan belki, zaten bana bakan biri bugün başka, yarın başka bir şey düşünebilir, ruhum her an değişebilir...ama çok da önemsemem, her halde en çok da bu anlaşılır...bir de neye inandığım belki...ama ne kadar geçerli ki?
Bazen bir ayakkabı markası ne çok şey ifade eder...kırmızı bir elbise ne çok şey söyler...ama biz giyerken o kadar da çok şey düşünmedik ki... her şey birden oluverdi, anneniz siz çocukken size ne giydirdi? o düşünmüş müydü? Etiketlenmek için giyindiğimizi düşünüyorum bazen...etiket de istemiyorum işin aslı...
Bu noktada devreye "zıbın" giriyor. Düşünün yeni doğmuş bir bebek ilk ne giyer? diyorum cevap dünyanın herhangi bir yerinde doğan hemen her bebek doğduğunda ilk zıbın giyer. basit, beyaz, pamuklu kumaştan dikilmiş, yumuşacık, pahalısıyla ucuzu arasında pek de fark olmayan bir şey...nasıl da doğal...etiketsiz

29 Ocak 2010 Cuma

ta-kın-tı

takıntılara savaş açmak...ve yenilmek
kendimi bildim bileli uyumlu bir insanım, değişime, yeniliğe açığım amma ve lakin vardır benim takıntılarım...öyle böyle değil, üzerine gitmeye pek gelmeyen takıntılar...ama işte durur durur aklıma gelir birine savaş açarım...artık ben o eski ben değilim...takıntı dediğin de nedir canım? havalarına girerim...ve yine geldi bana o hava...saçmaladım, takıntımın üzerine acımasızca gittim, bocaladım...düşünülmüş kararlar sanki ani verilmiş gibi sersemletti...anlamadığım nasıl bir anda öyle güçsüzleşebildiğim...kendime açtığım savaşta bir yanımın nasıl böylesine hazırlıksız yakalandığı...oturduğum koltukta içimden bunun için üzülmeye değmez diye tekrarlarken gözümden süzülen yaşlara karşı koyamamak...galiba ben hala büyümedim...ama korkarım takıntılarım giderek büyüyor...sonumuz hayrolsun

20 Ocak 2010 Çarşamba

ne yapmalı?


Tatiller hep korkutur beni. Nedense bir garip ruh hali çöker üstüme, bilemem ne yapacağımı, sudan çıkmış balık misali bir durum...Sabahları kalkmak istemem, geceleri yatmak, ne bir yere gitmek isterim ne de evde durmak, dar vakitlerde hele bir tatil olsun hepsini yapacağım diye biriktirdiğim planlar birden unutulur yada gereksiz gelir artık. Tatildeyken bazen geçmez zaman bende, bazen su gibi akar tutamam. Geceleri düşünürüm biriktiririm içimde bir sürü şey, ama sabah olduğunda hepsinin yerini bir uyuşukluk hali alır...tatilleri sevmem ben...vaktim yokken yapabildiğim onca şeyi yapamaz olurum...beyin fonksiyonlarım yavaşlar adeta...zihnim başka türlü çalışır. Her türlü aksilik beni bulur. Her şey üstüme gelir. Ben çekilirim kabuğuma...ne yapmalı? diye düşünür dururum..bu ruh halinden nasıl çıkmalı?