31 Temmuz 2012 Salı

düşünmeler

İstanbul...seni çok seviyorum, hem de çok... ama biliyorum tamamen sana ait değilim, ruhum başka şehirler, başka ruhlar keşfetmek istiyor, denemek istiyor uzakta olmayı, korkak biraz belki... biliyorum, koktu kaçtı çok kez, ama işte ne zaman bilmesem de ben aslında başka bir yerde bir hayat kurmak istiyorum, ömür boyu sürmez belki, sürmemeli ama ben bir göçmen kuşum bunu biliyorum, sadece peşinden uçacak bir kuş var mı merak ediyorum... peki korkmak niye? çünkü İstanbul seni ve sende olanları çok seviyorum, ama belki başka bir yeri ve onda olanları da severim...belki sensizlik de besler beni... özlem korktuğum kadar kötü değildir belki,  bilmek istiyorum, yaşayarak öğrenmek, tevafuklara bırakmak kendimi, daha az sorgulamak, daha az düşünüp daha çok yaşamak...


İnsanlar pişman olunca ne yaparlar? merak ediyorum, çekinmeden söylerler mi? köşelerine mi çekilirler? bir şey olsun diye mi beklerler? onlara pişmanlıklarını unuttursun, unutulur mu hem pişmanlıklar? bence pişmanlarsa söylesinler... daha kötüsü var mı ki? geç olmadan güç olsa da bir şans daha vermeli herkes kendine... yani bence böyle




30 Temmuz 2012 Pazartesi

gitgel

sanki bazen sakinlik çöküyor üstüme, akl-ı seim geliyor, diyorum geçti herhalde bir vakittir beni harab eden gitgeller, zihnimi kurcalayan, uykularımı kaçıranlar geçmişte birer küçük anı, "tecrübe" oldu diyorum, herkesin dediği gibi, kızgınlığım geçiyor "tecrübe"ye karşı, ama fazla kalmıyor bu hal bende 3-5 güne yine bir buhran, yine bir dalga hüzün, düşünce saldırıyor zihnimin en ürkek köşelerine, korkutuyor bütün keçilerimi... düşünmeye başlıyorum "ya başka türlü olsaydı"lar geliyor ardarda, yapacak onca iş varken düşünme diyorum bırak, sonra yine biraz daha sakin, işte ben ve gitgellerim...rabbim bunları unuturucak dert vermesin

29 Temmuz 2012 Pazar

Anlam

bazen bir şeyler, sözler, yazılar görünenden daha fazla anlam taşır
ya da biz öyle sanarız
bir telefon çalar bazen beklenmedik bir saatte
beklenmedik biridir arayan
beklenmedik şeyler söyler
anlamlar yükleriz, söylediklerinden başka anlamlar
saate anlam yükleriz, sözlere anlam yükleriz
bazen bir mesaj gelir, okuduklarımızla yetinmeyiz
anlamlar yükleriz
satır aralarında gizli olduklarına inanır
böyle söyleriz
bazen bir konuşmaya anlamlar yükleriz
söylenenlerden fazladır duyduklarımız
bazı şeyleri
söylenmeden biliriz
önceden sezeriz "hayır"ları bazen
anlamlar yükleriz
bakışlara
kaçırılan bakışlara
yaşadıklarımıza anlamlar yükleriz
olanlarda olanlardan fazlası vardır
herşeyin aslında bir "anlam"ı vardır
ya da belki de yoktur...

27 Temmuz 2012 Cuma

hayat bir imtihan...
zorlu, hem de çok zorlu
Mevlana'nın dediği gibi, bize gelen dertleri misafir addetmek,
imtihanı geçmek gerek...
ama karnında ölü bebeğiyle bir anne...nasıl ağır imtihan
duyduğumda sesim gitti...
nefesim kesildi
sustum
düşündüm
hani istekler, planlar, hesaplar
hepsi nasıl boş
şimdi ismi hazır, odası hazır
giyeceği, geleceği hazır bebek yok
o melek
annesi can çekişiyor
nasıl ağır imtihan...
dün bebeğini kucağına almanın hayaliyle doluydu
şimdi belki cananını alan canını da alsın istiyor
umudunu yitirdi belki
sadece ağlıyor
sonra diyorum
hepsi imtihan
ve iyi ki inanıyoruz
ve iyi ki iman var
ve iyi ki dualar var
yoksa
nasıl ağır imtihan...

26 Temmuz 2012 Perşembe

bilgisayar başında hızlı, hızlı yazarken bir gün, sordu biri
ne yazıyorsun?
hakikaten ne yazıyordum?
ne yazıyorum?
kime yazıyorum?
sonra yazma nedenimi düşündüm; yazıyorum çünkü konuşmaktan daha yakın bana yazmak, yazarken rahatlıyorum, ferahlıyorum, öfkem geçiyor bazen, bazen dinleniyorum, bazen kendimi dinliyorum, gerçekten ne düşündüğümü dışa vuruyorum, bir şeyleri atlatmamı kolaylaştırıyor.
yazdıklarımın hepsini yayınlamıyorum bana kalanlar, bana kalmış oluyor, ya da yazıldıktan hemen sonra imha ediliyor, bir daha kendimin bile okumayacağı bir yazının anlamı ne diye soruyorum kendime, ama biliyorum artık yazmanın okumakla, okunmakla bir ilgisi yok benim için, bir çeşit kendi kendine konuşma, iyi geliyor bir şekilde
bir de herhangi bir edebi, fikri kaygı olmaksızın yazmak yormuyor beni, canlandırıyor aksine, yük kalkıyor üstümden sanki.
hiç bir iddia gütmeksizin, dinlenmek için yazıyorum ben; dilenmek ve kendimi dinlemek...hepsi o kadar

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Güzellik


Allah güzeldir ve güzelliği sever...zaman zaman duyduğum bir hadis, şu aralar "güzellik" kavramı üzerine biraz kafa yorunca, araştırdım sahih mi? Arapça kelimeler neler vs. didikledim, Sahih-i Müslim'den güvenceyi aldım ve Arapçasını okudum,

  اِنَّ اللَّهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ

Pek tabii burada Arapça gibi derin bir dilden başka dillere çevirinin sıkıntıları ortaya çıkıyor, hadis Türkçeye çevrilirken çoğunlukla "güzel", İngilizceye çevrilirken de "beauty" kullanılmış, ama bunlar Arapçada kullanılan "hüsn" e karşılık geliyor ve fakat "cemal" daha derin, daha farklı bir kelime...

 Günümüzde güzel çoğunlukla bir görsel algı ama buradaki cemal çok daha farklı, daha manevi bir güzellik... Zaten ayetlerde de pek çok kez güzel kavramı geçiyor, ama bu güzellik tam olarak algılanmış değil biz aciz okuyucular tarafından, "güzel"in derinliğine vakıf değiliz maalesef.

Ben "güzellik"in tecelli olduğuna inananlardanım, bazen de imtihan...

Güzellik tabiatın her yerinde, yaratılmışlarda... Nasıl bir uyum nasıl bir düzen ve nasıl bir estetik var yeryüzünde,    insanlığın asırlardır süren tahribine rağmen, hala bakmaya doyamayacağımız güzelliklerle dolu kâinat...

Ve insanlar kendilerine verilen kabiliyetle "güzel" i üretme şansına sahip, hayret veren sanat eserleri, hayret ve taassup... güzel bir kitap, güzel bir resim...hepsi insanın eseri!?

Ve insanın manevi güzelliği, ruhunda yaratanın tecellisi, gönlünden diline gelen sözlerin güzelliği, aklının, kalbinin güzelliği... Sohbetinin güzelliği.

Sonra nefs... Nefse hitabeden güzellik nefis... Gözlerimizle gördüğümüz güzellik... Güzellikler içinde en geçici olan... Ve en çok rağbet gören... 

İnsanın güzelliği, bazen ruhunun yansımasıdır, Rabbi ona bahşettiklerinin bir sonucu küçük bir göstergesidir... Herkesin sahip olmak isteyeceği bir güzellik belki, bazen ruha ağırlık veren bazen mutluluk

Güzellik bazen bir imtihan, hem sahibi, hem görenler için... Gerçekleri gölgeleyecek kadar baskın bazen güzellik... Ve güzellik uğruna verilen emek... Ne ağır imtihan

İslam güzel olana yönelmeyi tavsiye ediyor, güzeli seçmek kibir değil takdir ama buradaki güzel "cemal" olan olmalı... Bütünüyle güzel... Bir tezahür, bir tecelli olarak güzel... Yoksa sadece göze "güzel" değil herhalde…



23 Temmuz 2012 Pazartesi

resim

anne, baba ve çocuklar... ağlamalar, gülücükler, heyecanlar...
2 farklı aile gözlemledim dün

bir yanda ilk bebeğini bekleyen genç kadın, hevesle her anını fotoğraflayan sevgi dolu eş...heyecanlı, umutlu bir çift, sevgiyle sarılı her yanları... bunlar belki yalnız başlarına son iftarları, heyecanla bekliyorlar ailenin yeni üyesini, kim bilir evleri renkli renkli yeniliklerle dolu şimdi, bu fotoğraflardan bir albüm yapmak hayelleri, genç ve güzel kadın karnının üzerindeyken elleri, buldukları isimle seviyor bebeğini ve genç adam nasıl aşık, eşine ve bebeğine... bilmiyor henüz uykusuz geceleri

öbür yanda başka bir çift, güzel bir anne, yorgun ama sabırlı 2,5-3 yaşlarında enerji patlaması yaşayan bir küçük kız ve henüz birkaç aylık diken saçlı bir bebek, nasıl güzel nasıl sevimliler... bir kaç dakika sonra sahne değişiyor; önümüzdeki 3 saat boyunca ağlayacak, haykıracak bir minik melek ve babasını hayattan bezdirecek bir afacan, iftar vakti oyunla geçecek bu akşam, küçük hanım öyle istiyor, kıskançlık krizine teslim, anne bebeğinse baba da onun, bir de büyükanne var resimde, nereye yetişeceğini bilemiyor, çabalıyor ama fayda etmiyor... güzel kızların annesi belli ki akademiyadan, gözlüklerinden, saçlarından, sabrından belli...daha önce sınanmış kendisi, muhtemelen doktora alınmış, kariyere ara verilmiş nurtopu gibi annelik... ve iliklerine işlemiş yorgunluk, uykusuzluk... baba resmin neresinde? tabi ki en silik köşesinde, artık miniklere sabırsız, anneyle kavga halinde... o zaten yorulmuş, bütün gün çalışmış vesaire... yorgun ve bitik anneyi de üzüyor bir de üstüne, sorsan değiyor diyecek anne, herşeye değer yavrularım, peki baba o da diyebilecek mi? 

erkekler hep çocukları çok severler, hayaller kurarlar, planlar yaparlar, çok olsun isterler, çünkü ellerine bakılmış, beslenmiş, sevsin diye verilmiş... biz de hep böyle... istemek kolay, sabretmek, sebat etmek, yetiştirmek... var mı o fedakarlık kendilerinde? yoksa hep anne hep anne...

kadınlar-hemen hemen hepsi- anne olmak ister, genlerinden gelir bu istek, akılları zorlukların farkında da olsa, gönülleri hazırdır katlanmaya, her türlü çileye... düşlerler bebeklerine sarılacakları günü, evlat sevgisini tatmak için nice zorluğa nice sıkıntıya hazırdırlar, maddi-manevi altüst olurlar ama pişman olmazlar, bir de resmi tamamlamak peşinde geçer ömürleri... hani baba hani baba?

.. 


22 Temmuz 2012 Pazar

misafir


Düşündüm, taşındım, karar verdim, uyguladım

Kolay mıydı?
hayır

Doğru muydu?
evet

Alışık olmadığım şeyler yaptım, hızlı karar vermiştim geri almakta sakin davrandım, bu kez zamanlama doğru olsun istedim belki ağırdan aldım, zordu, benlik bir iş değildi, zor kararları başkalarına bırakmaktan yanaydım hep, ama biliyordum herkes başlattığını bitirmeli, bitirdim kendi payemi. Öfkelendirmekten, kırmaktan nasıl korkuyorum hep, herkes benden razı olsun istiyorum aslında bu tek sebep. Ama bu kez böyle gerekti... zaman her şeyi çözer, zihnimdeki dalgalar azaldı, elbet bir gün tümüyle diner. Sadece içimdeki o garip his... zaman gösterecek...


birkaç gün önce yazmıştım yukarıdakileri, sonra depresifleştim yine kaldı kenarda sonra, sonra başka yazılar geldi içimden, şimdi bir okuyayım dedim baktım hala aynı yerde miyim? sanırım birkaç adım ilerledim, yavaş yavaş olacak biliyorum, ama işte sabırsızım, hemen her şey geçsin istiyorum

sonra bir dost bana mesneviden bir şeyler okutuyor bilmeden fırtınalarımı, içime işliyor, durup durup okuyorum, dokunuyor ruhuma... bak işte diyorum kalmayacak, gidecek hepsi... sadece sabır gerekli...


Ey genç, şu beden bir misafirhanedir; her sabah, o eve koşarak yeni bir misafir(dert,düşünce) gelir. 
Sakın, "Bu misafir bana yük olur, kalır" deme; Biraz kalır sonra yine geldiği gibi gider. 
O görünmeyen cihandan, gayb âleminden gönlüne ne gelirse; onu bir misafir say, onu hoş tut, güler yüzle karşıla.
Mesnevi

21 Temmuz 2012 Cumartesi

mesela

mesela diyorum...sık sık dilimin, kalemin ucunuza geliyor bu söz...tek başına nasıl anlamsız, ama bende manası pek derin, bir sürü hikaye sığıyor içine...bir sürü şey

bu hafta vakit bolluğu, insan azlığı bana pek iyi gelmedi...çokça düşünme, kalbimde bir yorgunluk... sonra kitaplar, kafamdaki fikirler dağılsın diye okuduğum her kitap daha da düşündürdü beni, bir film izledim, basit bir hollywood filmi, ama seçimler vardı içinde ve hep yanlış yapılan seçimler... yine düşündüm

sonra yine okudum...sonra bir sürü şey yazdım, hiç kimsenin hiç bir zaman okumayacağı yazılar, sakladım derinlere...

sonra kızdım yazarlara...

kütüphane tanışmaları yazan, gözlerle konuşulduğuna inanan yazarlar, gerçekte böyle insanlar var zannettirecek hikayeler yazan yazarlar, haberleri olmayadan kaç genç kızın gönlüne boş ümitler düşüren yazarlar, "reel" in hep galip geldiğinden dem vuran yazarlar, dünün insanlarının bile bugünkülerden iyi olduğunu idrak ettiren yazalar, "ihtiyar" ın bildiğinden başka bir anlamı daha olduğunu yazan yazarlar, insanı düşün düşün öldüren şeyler yazan yazarlar... sonra kütüphane kitaplarının içinde notlarını bırakanlara kızdım, yine düşün... yine düşün sonra dedim boşver... sefer de içimde tahammül de

ohhh London


Try to read with British accent gets funnier :) 


• British people may seem to apologise a lot, but it doesn't quite mean the same thing here. In the UK, "I'm sorry" actually means either a) I didn't hear you; b) I didn't understand you; or c) I both heard and understood you, and I think you're an idiot.



Well I miss London, and London is everywhere this summer, Olympics are taking place on the news, twitter, Facebook even though hasn't started yet. I wouldn't prefer to be there right now, would be to crowded and noisy for me. I always like it on spring or fall just like Istanbul, summers are always full of tourists which makes it feel like a big circus, looses the city soul and my last winter vacation to London extended according to my -not enough healthy to fly back to home- situation, London winters are too cold and sunless for us "mediterraneans" or "middleeasterns" or "anatoilians" or whoever we are.

This article on The Guardian made me remember many different things about London and Londoners, their different way of thinking and prejudices, all this rubbish sayings about how "cold" and "insulting"they are and bla bla about them, well I can't say anything about the whole Britan but London is an extremely multiculturel and welcoming  city. Welcomes everyone from different believes, lifestyles, cultures, you don't feel judged and unwanted. Although it is not really the place for "freedom", each step you take is being watched.  Controlled... and stopped if needed. Still I truly love London...and miss

20 Temmuz 2012 Cuma

Ramazan


Huzur getirir, aklımızı başımıza getirir...
Kötülüklerden, kötü düşüncelerden arındırır bizi Ramazan ayı
Oruç tutmak, bir günü ibadetle geçirmek
Ruhumuzu temizler
Bedenimizi temizler
İnşallah her anı ibadetle geçen
Dua ile başlayan, dua ile biten
Ferahlık veren bir Ramazan olur
İmanımız, idrakimiz artar inşallah





19 Temmuz 2012 Perşembe

bir sürü şey yazdım, sildim, başkasını yazdım, yazdıklarım yayınladıklarımı geçti, ama sonra bir şarkı dinledim benle ilgisiz ama sevdim, bugün de yazısız geçsin dedim...
zaman her şeyin ilacı...

18 Temmuz 2012 Çarşamba

güzel şeyler de olur bazen

yoluna girer bazı şeyler, engeller kalkar birer birer, yüzün güler belki bir an için,  rüzgar eser, kuşlar uçar yeniden, sen görebilesin diye açıktır gökyüzü, bir süreliğine kenara itersin kafanı kurcalayanları, nedenleri, niçinleri bir yana bırakırsın, derin bir nefes alırsın yola devam edersin, uzun sürmeyeceğini bildiğin halde kendini huzura bırakırsın.... şükredersin...

17 Temmuz 2012 Salı

yazacaktım

vazgeçtim...sözler yetmez belki, yanlış anlamışımdır belki, kim kırmak ister ki kardeşini...ortadan yok olmak, gizlenmek, saklanmak ne vakit işe yaradı ki?

16 Temmuz 2012 Pazartesi

"tercih"


Kararlar, gerçekler, bilgiler, hedefler, istekler bir sürü bir sürü şeyler öyle çoklar ki duyamıyoruz kalbimizin sesini, ne istediğimizi bilemiyoruz gerçekte, sahi ardağımız mutluluk değil miydi? ne zaman başarıya çevirdik rotamızı? daha küçücükken sevdiğimiz için resim yapmaz mıydık? bizi mutlu ettiğinden tırmanmaz mıydık ağaçlara? şimdi yaptığımız, çabaladığımız ne bizi mutlu ediyor? etiketler peşinden koşuyoruz, ismimizin önüne yazılacak şeyler, daha çok para, daha çok iş, daha çok mevki yeter mi? hepsi bizim olsa gerçek dostların, unutulmayan anıların, sevginin, aşkın yerini tutabilecek mi? yoksa onlar zaten elimizden kayıp gitti mi? onlar çoktan değerini yitirdi mi?

Şimdi bana bunları düşündüren "ulusal tercih günleri" binlerce genç lisesini, üniversitesini tercih edecek, onlar mı tercih edecek yoksa toplumsal normlar mı? Onlara öğrettiğimiz gibi "geleceği en parlak" meslekler, en "başarılı" mezun veren liseler seçilecek. Nerede mutlu olursun evladım? denilmeyecek, zaten denilse de başarı mutluluk getirire değinilecek, parasız saadet olmaz hatırlatılacak, aşk bile karın doyurmaz, aman evladım!

İnsanlar "basit" işlerde pek âlâ mutlu, huzurlu, faydalı olabilirler, kocaman kariyerler peşinde kaybedilen değerler yerlerinde kalırlar belki, sadece hatırlatsak kendimize dünyada varoluş gayemizi, "başarı" dediğimiz şeyin, yanımızda bir yere gidemeyeceğini, kalbimizin sesini dinlesek biraz, risk alsak, nefes aldırsak, mutluluğa değmişken tam elimizden bırakmasak, olmaz mı?

ölüm ve düğün

ne ilginç iki söz...
ne zıt
ne aynı
ikisinden de kaçamazsın
ikisi olmadan da olmaz hayat

ölümler de kavuşturur düğünler de
ölümler de ayırır düğünler de

ikisi de yalnız Rab istediğinde olur
oun istediği şekilde

ölenle ölünmez muhakkak
ama bazı ölümler
öylesine ağırdır...
ölesiye ağırdır...

ki...

aynı gün de
hem bir cenaze
hem bir düğün
hayatı hatırlattı

15 Temmuz 2012 Pazar

Ben!


Ben!im için eskimiş bir eşyadan vazgeçmek bile zor, 
artık yazmayan bir kalemi hatıralarına rağmen çöpe yollamak,
hiç kullanmadığım halde sevdiğim bir eşyadan vazgeçmek, başkasının olsun,
ben! yenisini alırım diyebilmek... hiç kolay gelmedi bana,
ben! böyleyim zor bağlanırım zor vazgeçerim...


ilk kez aradığım bir numara, rehberimde yer bulmaz hemen, ama silmek...
hiç denemedim...
bir arkadaşın yazdığı bir mesaj, bazen yıllarca durur hafızada... artık o arkadaş hayatımda olmasa da... sözler de yazılar da uçmaz ben!de

silemem kimseyi hemen... hayatıma değmesine izin verdiysem, ben!im bile bilmediklerimi anlatabildiysem...canı yanan ben! olduğumda bile özür dilerim sevdiklerimden, özür dilerim içlerine öfke düşürdüysem...ümit bağlamam kendimden başkasına, ama ben! git dostum diyemem
hep ben!li cümleler kurmam, hiç kimseyle biz? olabilemediğimden...

gece uykun kaçtığında, sabahları uyandığında, merak ettiğin birşey varsa, okumaktan vazgeçemediğin... merakın uyanıyorsa hala... sor kendine neden? bitti mi gerçekten? ben! bitiremem hemen... var mı bitirebilen?

vazgeçtiğim halde bir şeyden, üstünü hemen çizemem...
alelacele küçük bir not kağıdına yazılmış bir telefon numarası, zaman alır yırtıp atması...
bir de yazdıklarım sadece ben!imle ilgilidir, ben! ve ben!im gelgitlerim,
yapmadıklarım, söyleyemediklerim, silemediklerim, üstünü çizemediklerim... hepsi ben!im



bir zaman önce yazmıştım, az bir zaman, fikrim değişir diye sakladım kenarda, okudum bugün...tek kelimesini değiştir(e)medim...işte ben! böyleyim.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

death


there are things that you never get to understand
there are pains you never get to go through
loosing someone forever...
will remind to cherish the ones you have
gives the courage to try to find the ones you can appreciate...

someone died, an old lady
it was on time truly
still painful
this beautiful lady is gone forever
she lived
she loved
she suffered
but never complained

just wish to be like her
strong, faithful, spiritual
an old lady is gone
gone forever
reminds me lots...




Bir konferans
Bir vapur
Bir otobüs 

Bir mağdur kız...

Hikâye şöyle başlamış... Cuma yorgunluğuna rağmen iş çıkışı üşenmemiş kız, hem konferans güzel gibiymiş, hem "vefa"yı özlemiş, tüm tezatlarıyla o sokaklar kafa karışıklığına iyi gelirmiş, karışık olan ben değilim, İstanbul karışık hatta asıl hayat karışık diyebilirmiş...

Koşar adım gidilmiş, yetişilmiş..."ardıl çeviri" ibaresi korkulu rüyasıymış, ne menem şey iyi bilirmiş, denemiş, zordan da zor şeymiş bir şeyi iyi bilmek iyi çevirebilmek demek değilmiş... en kötü simültane en iyi ardıldan daha iyi imiş, zamanla öğrenilmiş... Olsunmuş, orijinali dinler, çeviride resim çizermiş...  Konuşmacı zevkle, düşünülerek okunacak bir yazıyla çıkagelmiş, okumuş okumuş, çevrilememiş, çeviriden vazgeçilmiş, böylesi daha iyiymiş, yazı pek güzelmiş, güzel sorular belirmiş, cevaplara girişilmiş... Bitmiş

Kız yine koşar adım kendini bir otobüse atıvermiş, yanlış otobüse... Aklı bir karış havada... Bir yolunu bilmiş, Karaköy’e gelivermiş, daha varmış kalkacak motora, beklemiş, beklemiş...

Vakit bol ya, enteresan şeyler dikkatini cezp etmiş...21 minare saymış; uzun ve kısa minareler, tek şerefeli ve üç şerefeli minareler, uzak ve yakın minareler, tam 21 minare, motor gelmiş, binmiş kız... Binmiş ama yolculuk kısa sürmüş Eminönü’nde inin demiş kaptan, inivermiş... Sonra bir başkasında binmiş, yol ne de bitmek bilmezmiş... neden sonra karşı kıyıdan bir minareye gözü ilişmiş, minarelerin hikmetini hissetmiş, fark etmiş unuttuğunu namazı, karşı kıyıya varana kadar vakit bitecekmiş...canı yanmış,,,21 minareyi boşuna saymamış, ama anlayamamış...

Bazen anlayamazmış, kendisine söylenenleri... 

13 Temmuz 2012 Cuma

Hikâye


Ben hikâye okuyamazdım, okumazdım, lise hatta ortaokul yıllarından beri hep çabaladım, her deneme başarısız oldu... Yahu koskoca Sait Faik'e kaç kez döndüm, bu sefer olacak, seveceğim hikâyeyi diye kaç deneme, ama yine olmadı. Sevemedim hikâyeyi, kısalığından şikâyet etmedim hiç, denemelerden aldığım keyif, şiire göz kırpışım, romana müptelalığım... Ama olmadı hikâye olmadı... Bir edebi türü kendime yasak ettim sonunda...

Taaa ki... Bir deneme daha yapmaya mecbur kalana dek, sen hakkında onca şey öğren, sempozyumlar dinle, dostlarıyla sohbetler et, onun hikâyesini kendine konu edinenlerle gez... Okuma
Olmaz dedim aldım elime "sır"rı, incecik kitap gözümde kocaman, sen ne külçe gibi ağır, tuğla gibi romanları bir gecede deviren edebiyat meraklısı (sevdalısı falan fazla kaçardı- o kadar da değil- zira), aldım elime evirdim çevirdim, bitmez bu 90 sayfa dedim, ama yahu bir fikrin olsun...
Bir gün işten eve dönüş yolunda, katık ettim... Olur şey değil ya oldu, nice zamandır aklımdaki bir mevzuya dair, nasıl edebi, nasıl şairane tespitler, üstelik hikaye içinde... Romandan daha akıcı, şirinden daha derin... Her cümlede başka şey gizli, her kelimede başka oyun... Olur, şey değil ya oldu, bitti kitap evi bulmadan yolum...

Sonra bir uzun hikâye, sonra bir başkası... Sonra başlasın hikâye alışkanlığı... iyi ki varsın Mustafa Kutlu


"dert"


kendime dert edindiğim onca şey... aslında sadece zihnimi, gönlümü meşgul eden sıkıntı kırıntıları... gerçek birer " dert " değiller... şımarıklık belki benimkisi... belli ki yok hiç "gerçek" derdim, okuduğumdan, duyduğumdan kendime dert üretecek kadar "dertsiz"im. Öbür yanda başkaları gerçek dertlerle meşgul, kiminin derdi hepsinden daha gerçek... savaşın ortasında biri, gerçekten ateş altında, öbürünün ateş yüreğinde, yanındakilerle savaş halinde... ikisi de savaştan mustarip... kendi çıkarmadıkları bir savaştan
birinin "dert" dediği, öbüründe teferruat hani, kimi canından dertli, kimi cananından... belki biri cananın yokluğundan... 
hangi imtihan kolay ki? hangisi acısız?... peki, hangi "dert" devasız?
bu aciz ruhumda açılan yaraların tedavisi mümkün... elbet bir gün gelir dertlerimin devası. Peki ya ebediyen gitti ise canının yarısı... var mı bu derdin şifası? kiminin canı yanarken öyle derin benim ki de "dert" mi? derim, geçerim.

12 Temmuz 2012 Perşembe

çok farklı ve uzak


Ki ben Müslüman’ım diyorsam... Ki Elhamdülillah öyleyim, bütün Müslümanlar kardeşim… Ben nasıl derim falanca benden çok farklı ve uzak… Her kardeşim, ablam, ağabeyim bana benden yakın farz ettim… Nasıl ki iman ettik o rabbe aynı hisle, nasıl ki sığındık ayete… Nasıl ki aynı hadislerden aldık feyiz, biz öyle biriz, aksiyse kalbinden geçen dikkat et Müslüman kardeşim, şeytan yaklaşmış ruhuna…
Aman teslim olma

Ellerini açıp duaya durduğunda, ettiğin dua kime hatırla… Biz ancak ondan yardım isteriz, hepimiz, başka eller, farklı şeklilerde hep Allah’tan… Biz Müslümanlar

Kimimiz sakin yollar seçeriz, kimimiz inişli-çıkışlı, kimimiz koşa koşa gideriz, kimimiz sessiz ve emin… Başka yollar, başka canlar… Yolun sonu aynı değil mi? hep bir emel için değil mi bütün meşakkat, Rabbin rızası… Ahh biz Müslümanlar

Unutmuştuk değil mi? Ne sanmıştık sahi? Bir tek biz miyiz inananlar? biz..ve etraftaki diğer birkaç kişi…Vahh biz Müslümanlar

Birbirinden çok farklı ve uzak yaratılmışlar… 

11 Temmuz 2012 Çarşamba

halbuki

ben sanmıştım, her şey değişir...

böyle başladım yazmaya vardı yazacaklarım, halbukilerle, belkileri yarıştıracaktım ; derken bir mesaj geldi, bir dost rüyasında görmüş beni :) nasıl değişik bir rüya, nasıl girmek istedim içine...içinden manzara geçen, yolculuk geçen, dostluk geçen bir rüya :)

deniz kenarında olmak istedim, dalgalı bir deniz...benim gibi

yanımda sağlam bir omuz olsun istedim, güvenecek, yorulmadan dinleyecek, hep doğru şeyler söyleyecek, hep anlayacak, hiç küsemeyecek... onun gibi

ilk dalgada kaçmayacak, cesur...metanetli...gibi gibi

gibi.

gibi..

gibi...

10 Temmuz 2012 Salı

sussss...


Bana her gün yeniden yazdıran, hepsini sildiren... Her ne isen çık içimden, sükûneti özledim ben.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

hipoglisemi :)


Tamam, sanırım artık sakinleştim. Çırpınarak geçirdiğim koca bir hafta bitti, İşte bu kadar. Bir ay da bitecek, bir yıl da… İşte sonra ben daha iyi olacağım inşallah. Dalgalar durulacak, içimde mütemadi çığlık atan kız susacak. İyi olacağım ben, kendime öfkem geçecek, sosyal medyadaki haykırışlarım kalacak belki, belki birkaç dostum hatırlayacak o zayıf halimi. Bitecek sonra, ben gene normal bir insan olacağım.  Gülünecek şeylere gülen, ağlanacaklara ağlayan. Yemek yiyebilen, durup durup boşluğa dalıp gitmeyen… Herkes gibi biri. Bu kadardı bitti. Sahi bitti mi?

Hem gerçekten de her şerde bir hayır vardır, sahiden bir parça büyümüşümdür belki, rabbime yakınlaşmak için bir fırsat bulmuşumdur kendimde açtığım yaralarda, daha içten okumuşumdur, daha gerçek varmışımdır secdeye, sahiden hatırlamışımdır neden dünyaya geldiğimi, sahiden etmişimdir duaları…
Ve ne ilginç bunca serzeniş, inciniş, incitmekten inciniş arasında hiç gözyaşı yoktu… 1 hafta sürse de fark etmem, hiç ağlamamışım ben, belki de savaşan sandığım gibi yüreğim değilmiş hep, daha çok zihnimde yapmışım bu kavgayı. Duygularıma söz geçirmişim gerçekten, büyümüştür belki onlar da benimle, aklımla, fikrimle…

Hani dualarımda es geçmediğim, hani tamam ben denemeyi severim ama vardır denemeyeceklerim derken aklımdan geçirdiğim...bir kere de olsun olacaksa, kalbim gelmez denemeye yanılmaya dediğim...ilk kez belki içimden geleni dinlemeliyim, cesaret etmeliyim dedim...yanılmışım, denememeliymişim...ilk kez olsun, bir kez olsun, gerçek olsun dedim, olamadı, olamadım, yanıldım...tükendi cesaretim

Şimdi tam bir hafta geriye gitsem ne yapardım diye düşündüm birden; yürüdüğüm yoldan geri mi dönerdim? Başka şeyler düşünür? Başka şeyler mi söylerdim? Daha mı az korkak olurdum? Daha mı çok? Daha mı çok titrerdi ellerim? Daha mı çok kaçardı gözlerim? Daha mı cesur olurdum yoksa? Birkaç cümle eksik mi fazla mı söylerdim?  Daha mı çok anlatır? Yoksa gizler miydim? Bildiğim hiç bilemeyeceğim… Bilemeyeceğiz… Ne tuhaf… Komik ama eminim ki kahveme bir şeker atmayı unutmazdım, kendimden kaçamasam da hiç olmazsa hipoglisemiden kaçabilirdim :))) bu da bana ders olsun hadi

8 Temmuz 2012 Pazar

"mature" or " married"



how funny, this was written in 2011, and never published only because I was not sure what I was saying, maybe I am now..still with a biggg question mark in my mind, I know that I haven't changed much by turning 22 to 23.


well...don't know where to start, but definitely should write, plus didn't pick the language myself, it just come from inside, not that I am better on English, it just comes...last days were less depressive than last months fortunately :) not enough to smile but still better, even so my mind is brilliant on finding the negative to obsess as it found the issue of my changing friendships and getting old. I admit that I am 22! and even that's about to be over, but comeeee on, time pass so damn fast, while I am typing I stare on my fingers, they are pretty much the same they were 5 years ago although my body and face changed a bit for sure, so my mind and heart? No way...   they are not mature yet...they gained so much, they suffered enough but no! Never enough to be a young adult!!! a working young lady who is not allowed to wear jeans on business time... come on that can't be me, I am supposed to stay as the student who is crazy to learn, explore and try. Hours of chatting with mates, reading till tears come from my tired eyes, watching movies on any time, praying, crying etc. there all about to change...come on all these mates they loved spending time with! Yeah most of they are now grown, and well both happily and sadly mostly engaged, some married and lots of long term related...and I am the only one determined to stay single for looonger, This just makes me feel very bad sometimes, because I have to share them (maybe even lost) with the "loved" ones. I have to watch the time to call, never wait for a quick answer to an email, can't meet on weekends, or after work, yep they have changed a big time... will I change? Will I turn to be one of my friends, who I made some serious fun about. Who knows? time will show and I will live...

"şaşırma"ya övgü

Onca iç karartıcı yazında sonra belki şimdi sevdiğim bir şeyden söz etme vakti, beni heyecanlandıran, yüzüme tebessüm konduran bir şeyden "şaşırmak"tan, tabi olumlu bir şaşırma hali söz ettiğim, korku ve panik içermeyen bir şaşırma... Beklemediğin ama keyifli bir mesaj aldığındaki şaşırma, uzun zamandır görmediğin arkadaşınla birden karşılaşınca gelen şaşırma, masanda sahibini bilmediğin çiçekler görmenin bünyede yarattığı, sonrasını düşünene kadar geçen süredeki şaşırma... Kalbine indirmeyen, gülümseten bir şaşırma. Hani çok sevdiğin bir kardeşinin uzak yollardan gelip, kapıyı çaldığında duyduğun heyecandaki şaşırma. Çok seviyorum şaşırmayı, küçük sürprizlerle sevdiğimi hatırlatmayı, sevildiğimi anlamayı... Seviyorum; cevap gelmez ama deneyeyim diye attığım bir postadan, heyecanlandırıcı bir davet almayı, bilmediğim bir yolda yürürken kendimi bildiğim bir yerde bulmayı. İşte öyle… Seviyorum şaşırmayı, sürprizim var demeden şaşırtan insanları, ondan bir daha duymayacağım derken sesiyle, sözüyle şaşırtanları… Şaşırtmaya cesareti olanları…

7 Temmuz 2012 Cumartesi

eder mi?


Bugün bloğun başlığını fark ettim birden ; “ve hayat... devam eder”. Eder mi gerçekten? Ederse ne kadar zaman sonra eder hayat devam? Hani devam etmek derken, bir günün en az bir kaç saatini kalbinde tuhaf bir sızı, anlaşılmaz bir bitmemişlik hissi yaşamadığın bir devam etme hali, ne zaman gelir yani? Ne zaman işin ortasında ya daha farklı olsaydı her şey diye bir fikir düşmeyi bırakır zihnine, ne zaman gelir gelmez onu kovabilecek güç bulursun kendinde? Hayat devam eder mutlaka, boşuna yazmadım onu öyle, biliyorum… En fena düştüğünde bile kalkarsın, başlarsın yürümeye. Peki, ama ya düşmekten bu kadar korktuğun için saçmalamışsan, düşmemek, kırılmamak, kanamamak, kanatmamak,  incitmemek, ah almamak için tedbiri fazla kaçırmışsan, olmadığın biri gibi davranmışsan, yine hayat devam eder mi? Kendine kızmaların öyle hemen geçer mi? Sonuçtan memnuniyetsiz olduğun için değil, kendinden şikayetçi olduğun içinse sızılar, hemen diner mi? Mümkün olmadığını bildiğin halde, ya kadere etki ettiysem diye kızıyorsan kendine, hayat…devam eder mi?

6 Temmuz 2012 Cuma

Planlar


Bir gün bir bakmışım... Bugüne kadar kendimle ilgili eleştirdiğim, değiştirmeye çalışıp didindiğim bir halim, ne büyük nimetmiş... Plansızlığım... Benim savrukluk sandığım tevekkülün kendisiymiş... İyi ki yarının her anını düşünüp koymamışım kenara, iyi ki rabbim nasıl isterse öyle olsun, “hayırlısı” olsun demişim bu güne değin, öyle olmasaymış göremezmişim büyük resmi, öyle olmasaymış dinleyemezmişim içimdeki sesi... Planlar tıkarmış kulaklarımı, duyamazmışım gerçeği...
Ne cesaretle plan yapıyoruz ki biz? Hayatta en çok istediğimizin belki de nasibimizde olmadığını nasıl hesap edemeyebiliyoruz? Nasıl unutuyoruz her şeyin "o"nun elinde olduğunu? ne cesaretle belirliyoruz, hangi gün nerede olacağımızı, 5 yıl sonra ne yapmak istediğimizi, ne vakit evlenip, ne zaman-kaç çocuğumuz olacağını planlama cesaretini, bütün bunları aklımızdan geçirme cüretini nereden bulabiliyoruz?... Düşünüyoruz, kafa yoruyoruz, planlıyoruz, sonrasına bir küçük "Allah nasip ederse" iliştiriyoruz, ama aslında tam da istediğimiz gibi olacak her şey böyle biliyoruz...
Yok, yok ben yalnızca rabbimin nasip ettiklerini istiyorum, planlamıyorum... Dua ediyorum, "o" nasıl isterse öyle olsun, bilmiyorum "yarın" var mı? Nereden bileyim?
Tek duam, isteğim eğer olacaksam "biri",  bir planın parçası, belirlenmiş hedeflerin aracı değil, duaların kendisi olayım, dualarla istenen, tevekkülle beklenen...

4 Temmuz 2012 Çarşamba

"zaman" üzerine bir yazı


Şimdi öyle zamanlarda yaşıyoruz ki günler, saatler, dakikalar, bir zamanlar algılandığından çok farklı, hani insanların mektupla, telgrafla, faksla, telefonla haberleştiği devirlerden, çok değil belki on yıl öncesinden bile bambaşka algılıyoruz zamanı, çocukluğumda bile daha yavaş akardı sanki zaman... Düşünüyorum da âşık maşukundan haber alabilmek için kim bilir ne uzun vakitler beklerdi mektubun gelmesini, çok eski değil telefon başında çalsın diye beklenen, ya ben yokken gelirse beklediğim telefon denilen zamanlar... Şimdi her yanımız ağlarla sarılmış... Sabır elimizden alınmış..."zaman" kaygan zemin. Bizi başkalarına bağlayan küçük-büyük ekranlardan alıyoruz pek mühim haberleri, beklemeye sabrımız yok hiç, olsun bitsin istiyoruz her şey, dakikaların hesabını yapıyoruz bak ben yazalı ne kadar uzun "zaman" oldu diyoruz. Uzun mu? Gerçekten bir gün uzun mu? Değil aslında ama işte biz öyle algılıyoruz, ben doğalı 732.138.953? saniye geçti, belki bir zamanlar birileri sevdiğinden benim ömrüm kadar ayrı kaldı. Bir günde 86400 saniye var, bir mektubun yerine ulaşma süresiyle kıyaslarsam ne kadar kısa ama işte bugün ne kadar da uzun... Bu yazıyı yazarken geçirdiğim "zaman" ne tuhaf...

3 Temmuz 2012 Salı

Düşünme hastalığı

Eğer kafanızı yastığa koyduğunuzda, zihninize hücum edenlerden kaçamıyorsanız bir şeyler var demektir, dikkat ilk semptom olabilir...
Neyse çok uykum var zaten, birazdan baskın gelecek, düşünmeyeceğim derken buluyorsanız kendinizi...dikkat bu gece uykusuz geçebilir
Nasıl olsa birazdan ezan okunacak, şeytan galip gelir... uykunun eline düşeceğim vakit o vakittir, düşünceler de bir bir dağılıverir diyorsanız, hastalık başlamış biledir...
Şeytan bile düşünceleri kovamamışsa, birazdan alarm çalacak nasıl olsa, ertele tuşuna bastığımda her günkü gibi en ağır uyku gelir oturur bünyeme diye bir umutla bekliyorsanız, aslında umut tükenmiştir...
kendinizi kandırmayı bırakıp, düşüncelerinizle yola koyulabilirsiniz...onlar daha uzunca bir süre sizinledir, geçmiş olsun