25 Eylül 2012 Salı

Gençler var!


Hem de çok kalabalıklar, bu ülke hep gençlere ait oldu,  bu memlekette yaşlıların sözü geçse de çok zaman; çoğunluk genç! hep genç!
Ve gençler çeşit, çeşit...
Hepsi ayrı renk, hepsi ayrı dert...
Genç dediğin herşeye hevesli, hem farklı olma niyetinde, hem benzer, hem, hem, hem...
Hepsi en özel, en yetenekli, en, en, en...
Memleketimin gençleri bir başka...
Mesela bir entellektüel gençler var aman yarabbim, bir edebiyatçılar, bir tarihe meraklı akıl şaşar...
Hem okuyorlar, hem yazıyolar, büyük büyük laflar ediyorlar...
Zaten memleketim dergi cennetidir bu dostlar için, her köşe başında üç beş genç toplanır bir dergi çıkarır, kim okur? kendileri, ama hepsi "dergi yazarı", genç yaşında çok "başarılı"
Takdir ediyorum, samimiyetle takdir ediyorum bu cesur, çalışkan, hırslı nesildaşlarımı, hepsi gerçekten kabiliyetli ama ve fakat zor iş bu arkadaşların her birinin akademik yahut yazım dünyasında kendilerine bir gelecek kurmaları zira okuru bu kadar az olan bi memlekette bu kadar yazara ihtiyaç yok, heveslerine saygım sonsuz, ama tanıdığım pek çok amca var; ben eskiden "falanca" dergide yazardım "şiir kitaplarım" bak hemen şuracıkta... kendisi ya ticaret ehli, ya memuriyet... edebiyat, felsefe, tarih artık yalnızca heves....
Sosyal bilimleri ciddiye almak lazım, öyle gençken yazdım çizdim aldım hevesimi yetmeyecek, ama bilmiyorlar sabiler okunacak ne çok kitap olduğunu, bilemiyorlar, okudukları onca kitapla filozof kesiliyorlar, edebiyatçı oluveriyorlar...
Mütemadi bir şeyler yazarım, ama haddimi bilirim ben, öylesine yazarım, tarihe "not" düşmek yahut "muhteşem" kabiliyetim, entellektüel "birikimimi" sergilemek için değil, zira bu saydıklarım bünyeye öyle yirmili yaşlarda yerleşmiyor, kırk fırın ekmek diyorlar ya, oooo kütüphaneler dolusu kitap bile yetmiyor, sahi onların, kitapçıları, sahafları, internetleri var... kütüphanelere yolları düştüğünde dünyaları şaşar, anlarlar belki okumakla bitmez, yazmak da yetmez...
Bir de internet var ki sormayın, bendeniz gibi gereksiz pek çokları açıyor bir blog, yazdıkça yazıyor, paraya kıyıyor web sitesi bile kuruyor, aman ne vakit ne emek... sosyal medyaye saymıyorum dahi 140 karakterde şaheser cenneti...
Sahi bu gençlere vakit de yetmiyor, hem okuyacak, hem seyahat edecek, hem entellektüel "çevresine" vakit ayırabilecek, yüzlerce arkadaşla irtibat kesilmeyecek...
Efendim şu vakıf benim, bu dernek senin, falanca seminerden çıktım, filanca konferansa girdim, oyyy oy
Biri enstruman çalar, biri roman yazar, hepsinin elinde koskocaman fotoğraf makinaları, yahu o elinde tuttuğun benim iki maaşım, sen öğrencisi be kardeşim insaf et, çok pahalı heves desen olmaz, zira memleketim de hevesli gençlere burs vermeye meraklı onların memlekete "faidesi" dokunacağına inanmış pek çok müessese var, yahut dostlar, zaten aileler de bizimki çok farklı nev-i şahsına münhasır diye ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar...versinler efendim, bizimkilerde bursla, harçlıkla "ney" alsın, "fotoğraf" çeksin, "kitap" okusun... yeter ki "entellektüel" olsun...
İçim sıkıldı, ben bir kütüphanede dolaşayım, ne az bilir olduğumu hatırlayayım...

selametle

24 Eylül 2012 Pazartesi

Okulun ilk günü!

Bugün, bir uzun belki kısa aranın bitişinin ilk günü, yine öğrenciyim... hayatta en sevdiğim şey öğrencilik herhalde, bana en uygun şey öğrenmek, varoluş sebebim sanki, öğrendikçe varoluyorum, böyle hissediyorum, böyleyim.

Ne tuhaf, en iyi bildiğim, en çok sevdiğim şeyde kendimi acemi hissediyorum, eğitim hayatıma geri dönmenin heyecanı, ya herşey istediğim gibi olmazsa endişesi ile karışıyor. Garip bir mide ağrısı, ellerim titriyor not alırken... hâla çocuğum ben, küçücük, öğrenci işte...

Hikmetlerin sahibine ulaşma yolunda, hikmetlerle meşgul, hep hayır öğrenen, hep hayır söyleyen bir talebe olma duasıyla çıkıyorum yola... ya Bismillah!

21 Eylül 2012 Cuma

İdrak

İdrak etmek!
Farkında olmak!
Söylediği sözün, attığı adımın...
Aldığı nefesin!!!
Nasıl bilinçsiz yaşıyoruz bazen, nasıl sebepsiz gülüyoruz, nasıl boşa ağlayabiliyoruz, üzüldüklerimiz üzülmeye değmez, düşündüklerimiz düşünmeye, ve fakat onca şey varken idrak etmemiz gereken...
Zamanın kıvrımlı yollarında kılavuzdan bihaber yürüme çabasında...
Yol uzun, istikamet belirsiz, yolcu habersiz...

18 Eylül 2012 Salı

Bazen

Bazen zaman kaçar elinden, onca yenilik, onca kalabalık, onca gündem... yazamazsın vaktin olmaz birden... söyleyemezsin bilmezsin neden...
Son günlerde hem teknolojinin ihanetine uğradım, hem çok yoğundum
Hep yoğunuz...hepimiz yoğunuz
İstanbul'da yaşamak bile başlı başına bir yoğunluk
Ama asıl yorucu olan zihinsel yoğunluk, günlük telaşelere eklenince zihindeki sorular, düşünülmesi gereken şeyler yapılması gerekenlerle yarışır hale gelince...elim kaleme küsüyor bazen, bazen onca yüz, onca söz hiçbirinin hakkını veremiyoruz, zaman kayıyor, büyük bir hızla, nefessiz bir akışta...
Zihnimizde yazdığım yazıları kağıda dökmeye vakit olmuyor, yaptık sandığımız ama aslında yapmadığımız onca şey birikiyor, bir bakmışım 2 haftadır yazmamışım, yazacak şey olmadığından değil, vakitsizlik belki bir sebep ama işte asıl başka bir şey var henüz adını koyamadığım, ne olduğunu anlayamadığım bir değişim bende, o hergün yazan, karmaşık duygular içinde ben...gitti...nereye? ne kadar süre?

4 Eylül 2012 Salı

Nafile

Kazanılanlar ve kaybedilenler... Unutulanlar ve hatırlananlar... Ümitler ve çaresizlikler... Kırılanlar ve öfkelenenler... hayat hepsiyle o kadar dolu ve yoğun ki...
Bazen durup bir bakmak istiorum, zamana sığdırdıklarımıza ve harcadığımız zamanlara... Kendime karşı belki iki ay önceki kadar hırçın değilim, biraz büyüdüm, daha sakinim daha az tedirgin, büyük değişimler varken önümde eskisi gibi hırpalamıyorum kendimi...       Ama yine işte... bazen benim hiç payım olmadan beni üzecek şeyler oluyor hayatta... olsun diyorum geçer... biliyorum artık Mevlana'nın dediği gibi; tüm misafirler gider, gidecekler...sabrım büyüyor benim, olgunluk denilen şey uğruyor ruhuma, o da fena birşey, neden diyorum neden ben de öfkelenmiyorum, hüngür hüngür ağlayışlarım nerede benim?
Sahi diyorum, daha geçenlerde ruhuma o eziyetleri çektirirken, şimdi neden sahi bu değişme?
Sonra sessizliğe alışıyorum günden güne, kendi sessizliğime, içimdeki derin sessizliğe...
Birşeyler oluyor, elimde olmayan şeyler hep. Aklıma geliyor bazen çok eskiden yazılmış bir yazı, okuyorum, okuyorum, geçen zamana rağmen pek çok soru aynı zihnimde ve bazıları cevabını bulmuş, biliyorum artık mümkün değil kimseyi tanımak*, nafile bir niyet, nafile bir çaba... on sene... neredeyse hayatımın yarısı yetmemişse en yanımdakileri tanımaya, bundan sonrası hep nafile...