4 Eylül 2012 Salı

Nafile

Kazanılanlar ve kaybedilenler... Unutulanlar ve hatırlananlar... Ümitler ve çaresizlikler... Kırılanlar ve öfkelenenler... hayat hepsiyle o kadar dolu ve yoğun ki...
Bazen durup bir bakmak istiorum, zamana sığdırdıklarımıza ve harcadığımız zamanlara... Kendime karşı belki iki ay önceki kadar hırçın değilim, biraz büyüdüm, daha sakinim daha az tedirgin, büyük değişimler varken önümde eskisi gibi hırpalamıyorum kendimi...       Ama yine işte... bazen benim hiç payım olmadan beni üzecek şeyler oluyor hayatta... olsun diyorum geçer... biliyorum artık Mevlana'nın dediği gibi; tüm misafirler gider, gidecekler...sabrım büyüyor benim, olgunluk denilen şey uğruyor ruhuma, o da fena birşey, neden diyorum neden ben de öfkelenmiyorum, hüngür hüngür ağlayışlarım nerede benim?
Sahi diyorum, daha geçenlerde ruhuma o eziyetleri çektirirken, şimdi neden sahi bu değişme?
Sonra sessizliğe alışıyorum günden güne, kendi sessizliğime, içimdeki derin sessizliğe...
Birşeyler oluyor, elimde olmayan şeyler hep. Aklıma geliyor bazen çok eskiden yazılmış bir yazı, okuyorum, okuyorum, geçen zamana rağmen pek çok soru aynı zihnimde ve bazıları cevabını bulmuş, biliyorum artık mümkün değil kimseyi tanımak*, nafile bir niyet, nafile bir çaba... on sene... neredeyse hayatımın yarısı yetmemişse en yanımdakileri tanımaya, bundan sonrası hep nafile...

Hiç yorum yok: