29 Aralık 2012 Cumartesi

Neşe


Gereksiz mutsuzluk gibi gereksiz neşelerim de oluyor arada :) 
Mutlu olacak bir şey yokken ortada bir bakmışım mutluyum, uzun sürmeyecektir ama olsun, 
birkaç saatlik bir neşe bile hiç fena değil. İyi bile geliyor, 
dert edecek onca şey varken keyifli olabilme ihtimalini bilmek. 
Gerçek dünyanın karmaşasından uzaklaşıp, hayali bir şeylerle eğlenip, gülümsemek. 
Sonra bir tesadüf eseri "hipoglisemi" isimli eski bir yazımı okuyup, önce nasıl depresifleşmişim diye kendime kızmak sonra kendimi bu kadar açabilmiş olmamın ne büyük bir adım olduğunu hatırlayıp keyiflenmek. Birbiriyle hiç ilgisi olmayan şeyler arasında kurduğum bağlantıyı görüp. 
Belki Haldun, Hodgson, Aranson, Iqtidar ve daha bir çok kişi ve bir sürü kavram arasında aslında olmayan bir bağlantı kurabilirim demek, kim bilir? :)

26 Aralık 2012 Çarşamba

İşte sonra, olmadık bir anda gözlerden süzülür yaşlar,
Küçük bir kızken "ağlayınca gözlerin güzelleşiyor" diyen anne de yoktur yanında
Teselli edecek hiç kimse
Yaslanacak bir omuz bulamazsın
Canın yandığında
Büyük bir yara değil belki
Küçücük
Birkaç güne unutacaksın
Hiç acımayacak belki
Ama her şey mi üst üste gelir?
Küçücük sıkıntılar bir dağa nasıl çabucak dönüşür?
Her şey mi yakar canını
Büyümemiş bir kızın
Büyümekten korkan küçük kızın
Birkaç damla süzülür usulca
Öyle işte...
Hepsi bu, herşeyin canını yakmasına izin verir
Sonra
Küçük kızı onu yaşlı gözleriyle sevene sığınır
O yoksa yanında bu defa
Ona ait bir şeye
Yeşil taşlı eski bir yüzüğe sığınır
Annesinin gözlerine yakıştırdığı o eski yeşil yüzüğe

17 Aralık 2012 Pazartesi

Cenaze Aracı Etkisi


Her gün derse giderken cenaze arabası görüyorum, ama istisnasız her sabah. Zira öğrencisi olduğum enstitü hemen mezarlığın yanı başında-İstanbul'un kadim ve meşhur mezarlıklarından biri-şikâyetçi değilim. Önceleri farketmiyordum cenaze araçlarını, farketsem de üzerinde durmuyordum. Hayatın sıradan bir parçasıydı sanki ama şimdi bir metafora dönüştü zihnimde. Her gün görüyorsam onları ve tuhaf bir biçimde dikkat ediyorsam hangisi dolu hangisi boş, madem durum böyle faydalanmalıyım bundan dedim kendimce, her gün derse gitmeden önce ölümle yüzleşiyorum önce. Ölüm... Bütün bu çalışmaların, didinmelerin sonu sade ve sadece ölüm. Sonrası gerçek hayat! Bugünkü kısa ve yalan, asıl hayat o aracın gittiği yerde, o yeşil örtünün altında gerçekler. İşte bu halet-i ruhiye ile başlıyorum güne, bazen iyi bir etki bazen kötü. Kimi gün aklımı başıma getiriyor cenaze arabaları, kimi gün fazla sarsıyor… ama varlar işe, mezarlıklar, salalar, cenaze arabaları… varlar, ölüm gibi ölüm kadar gerçekler. İçinde olduğumuz şu hayatın geçiciliğini, gerçekliğini anlatırcasına her gün daha gerçek ve daha yakın.

11 Aralık 2012 Salı

2012'nin Aralık ayındayız, fikrimce kıyamet falan kopmayacak. Ama benim için kabus gibi bir ay oluyor halihazırda. İlginç bir gün geçirdim bugün, kütüphanede masa dolusu kitap ve internet ikilisiyle bir yazı yazamadım. Tıkandım, kalakaldım öylece, yazamadım, olmadı. sonra eve gelince aklıma geldi birden; ben bu sene epey şey yazdım, çoğunu kaldırdım kenara, öylesine şeylerdi hepsi. İyi yazmak mühim değil çoğu zaman, sadece yazabilmek, tıkanmamak istediğim. Sonra düşündüm ne zamandır böyle çok yazıyordum? Temmuzdan beri, zira bir tuhaflık yaşadım, alışık olmadığım bir silkelenme, bir büyüme, ruhumda bir perde indi, bir perde kalktı, sustum, konuşunca saçmalıyormuşum dedim, yazmaya başladım, gerekli-gereksiz yazmaya. sonra işte ertelediğim şeyleri yapmaya başladım, planlamadan kendiliğinden, arzuladığım gibi, sonra bir noktaya geldim ve yine tıkandım. Akademik yazım içinde sanırım bir silkelenmek gerekiyor, önce bir dibi görmem, yanmam gerekiyor ki küllerimden doğayım. Öyle işte...

28 Kasım 2012 Çarşamba

samimi bir çaresizlik içindeyim, samimi şekilde çok kocaman bir dünya içinde küçücük olduğumun idrakiyle korkudan köşeme çekildim, o kadar küçüğüm ki gölgemi göremiyorum bile, o kadar çıkmıyor ki sesim duyamıyorum sözlerimi, sonra biri çıkıp gözlerin diyor ışığını kaybetmiş bugün, sonra, işte hep aynı hikaye...

13 Kasım 2012 Salı

bir ümit

Şimdi benim oturup sabaha kadar akademik bir yazı yazmam gerekiyor ya...
işte hani benim içimden blog yazmak geliyor...
öyle bir bünyem var benim
böyle gündelik şeylerden yazayım
şikayetler edeyim geçici şeylerden
falan filan
Arapçası fulan mıydı bunun?
Ha bir de Arapça var değil mi?
bir gün öğrenebileceğim galiba derken
ertesi gün imkansızzz dediğim dil
yok ya dil demek diğer dillerle aynı yere koymak olur
o da olmaz
yok yok dil deme olmaz başka isim bulmak lazım
Arapça o, başka şeye benzemez
bana kalırsa asla öğrenilemez
ama işte öğrenmiş numarası yapacağız
öyle işte
sabaha kadar nefes almadan yazı yazarsam
belki memnun ederim "amerikalı ustazı"
belki işte...
bir ümit
sonraki günlerde de durmaksızın Arapça çalışsam
belki bir vakit bu öğrenilemez dili öğrenmiş numarası yapacak kıvama gelirim
işte
küçük küçücük
bir ümit

7 Kasım 2012 Çarşamba

Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında; 
Yekpare geniş bir anın 
Parçalanmış akışında

Tanpınar


tam bir yıl önce bugün nasıl algılıyordum zamanı? ya da tam bir ay önce? sahi son bir ay nasıl geçti?, ben tıpkı şiirdeki gibi bir zaman hayalindeydim değil miydi? beni bulansa her anı uzayan, takvimlerin, saatlerin, tiktakların esiri zaman... 

yapacak işlere zaman yetmez...ama deneyebilirdim
oysa ben duygularla düşüncelerin savaşında tarafsızlığımla bitaraf olmuş haldeyim


yazdıklarım düne yahut bugüne ait değil, epey bir vakit önce hezeyan halinde hani şu ümitsiz yazıları bir bir döşendiğim günlerde yazmıştım, son zamanlarda bloga gelip gidenlerin artması ve fakat boş dönmeleri hasebiyle vakitsizliğime sığınıp yastık altından çıkardım, affola

26 Ekim 2012 Cuma

Mahzunluğu silememe hali!...

Bazen istemem hissettiklerim bilinsin, bazen nedensizdir, bazen kızarım kendime hissettiklerim için, bazen karşımdakini üzmek istemem hüznümle,... ama işte o kadar kolay değildir nedense, üzüldüğünde üzülmemiş gibi görünmek, dudaklarımın titremesini durdurabilirim belki kısa süreliğine, ellerimi koyacak yer bulurum bir şekilde... ama gözlerim mahzun bakmasın diye verdiğim uğraş hep boşa, dolmasalar dahi, ışığı söner sanki.  Başka şeyler düşünnn, odaklanma, geçecekk derken gözlerim tam da hissettiğim gibi bakar, dilimle inkar etsem bile hüznümü gözlerim itirafa meraklı sanki... işte böyle bir haldir mahzunluk...böyle bir buğulu bakış

20 Ekim 2012 Cumartesi

bulut

Yeni insanlarla tanışmak, hızla yeni bir dünyaya alışmak... içine girdiğim süreç, bu saydıklarımı içerse de aslında tam anlamayıla bir hengame, durmaksızın bir şeyler öğreniyorum, ama ne öğrendiğimi bilemiyorum henüz, düşünecek vakit olmadı! az önce bulutların güzelliği farkettim ve belki de günlerdir gökyüzüne bakmadığımı, hep bir şeyler okuyor yahut yazıyorum, başım hep eğik tamam istediğim buydu kabul ediyorum ama bulutları unutuyorsam o vakit okuduklarımın, yazdıklarımın kime faydası dokunacak ki?

Bulutları yaratana, bulutların güzelliğine gark olmak duası ile...

5 Ekim 2012 Cuma

savaş

Savaşçı toplumuz biliyoruz, genlerimizde varmış anladık. Savaşmak için her fırsatı kullanabiliyoruz, öyleymiş. Ama ecdad yaşamak için, büyümek için savaşıyordu, kimi zaman da abartıyordu belki, tarihe hesap sormuyoruz ama hiç mi ders almıyoruz?
Savaşınca kim ölecek? askerler, ne için savaştıklarının farkında ile olmayan üniformasız tanışsa, aynı dili konuşacak gencecik askerler öldürecek birbirini. Kimse şehit falan olmayacak kandırmayalım kendimizi, boşu boşuna ölecekler...hepsi o...üstelik yalnız askerler ölmeyecek, masum insanlar, çocuklar, hep onlar ölür çünkü, savaşlar öldürür masum insanları, ağaçları, kitapları, tarihi, ruhu her şeyi öldürür
Savaşa girin diyen biri varsa aman dikkat, dost değil düşmandır o! 3 vakte kadar aaa niye savaştınız diyeceklerdir!

1 Ekim 2012 Pazartesi

sahi

hep soruyorlar
sonra?
ne olacak sonra?
bunu yapacaksın
şunu okuyacaksın
sonra?
sahi
sonra ne olacak?
soruların cevapları
var mı?
okunabilecek mi
tüm o kitaplar?
sahi
sen de o sabır var mı?
söylememiş miydim ben?
hani yarın değildi benim işim
bugünü yarından farklı kılmak
tek niyetim...
sahi
bir sussa bütün o sesler
sorular
sessizlik olsa
sahi

25 Eylül 2012 Salı

Gençler var!


Hem de çok kalabalıklar, bu ülke hep gençlere ait oldu,  bu memlekette yaşlıların sözü geçse de çok zaman; çoğunluk genç! hep genç!
Ve gençler çeşit, çeşit...
Hepsi ayrı renk, hepsi ayrı dert...
Genç dediğin herşeye hevesli, hem farklı olma niyetinde, hem benzer, hem, hem, hem...
Hepsi en özel, en yetenekli, en, en, en...
Memleketimin gençleri bir başka...
Mesela bir entellektüel gençler var aman yarabbim, bir edebiyatçılar, bir tarihe meraklı akıl şaşar...
Hem okuyorlar, hem yazıyolar, büyük büyük laflar ediyorlar...
Zaten memleketim dergi cennetidir bu dostlar için, her köşe başında üç beş genç toplanır bir dergi çıkarır, kim okur? kendileri, ama hepsi "dergi yazarı", genç yaşında çok "başarılı"
Takdir ediyorum, samimiyetle takdir ediyorum bu cesur, çalışkan, hırslı nesildaşlarımı, hepsi gerçekten kabiliyetli ama ve fakat zor iş bu arkadaşların her birinin akademik yahut yazım dünyasında kendilerine bir gelecek kurmaları zira okuru bu kadar az olan bi memlekette bu kadar yazara ihtiyaç yok, heveslerine saygım sonsuz, ama tanıdığım pek çok amca var; ben eskiden "falanca" dergide yazardım "şiir kitaplarım" bak hemen şuracıkta... kendisi ya ticaret ehli, ya memuriyet... edebiyat, felsefe, tarih artık yalnızca heves....
Sosyal bilimleri ciddiye almak lazım, öyle gençken yazdım çizdim aldım hevesimi yetmeyecek, ama bilmiyorlar sabiler okunacak ne çok kitap olduğunu, bilemiyorlar, okudukları onca kitapla filozof kesiliyorlar, edebiyatçı oluveriyorlar...
Mütemadi bir şeyler yazarım, ama haddimi bilirim ben, öylesine yazarım, tarihe "not" düşmek yahut "muhteşem" kabiliyetim, entellektüel "birikimimi" sergilemek için değil, zira bu saydıklarım bünyeye öyle yirmili yaşlarda yerleşmiyor, kırk fırın ekmek diyorlar ya, oooo kütüphaneler dolusu kitap bile yetmiyor, sahi onların, kitapçıları, sahafları, internetleri var... kütüphanelere yolları düştüğünde dünyaları şaşar, anlarlar belki okumakla bitmez, yazmak da yetmez...
Bir de internet var ki sormayın, bendeniz gibi gereksiz pek çokları açıyor bir blog, yazdıkça yazıyor, paraya kıyıyor web sitesi bile kuruyor, aman ne vakit ne emek... sosyal medyaye saymıyorum dahi 140 karakterde şaheser cenneti...
Sahi bu gençlere vakit de yetmiyor, hem okuyacak, hem seyahat edecek, hem entellektüel "çevresine" vakit ayırabilecek, yüzlerce arkadaşla irtibat kesilmeyecek...
Efendim şu vakıf benim, bu dernek senin, falanca seminerden çıktım, filanca konferansa girdim, oyyy oy
Biri enstruman çalar, biri roman yazar, hepsinin elinde koskocaman fotoğraf makinaları, yahu o elinde tuttuğun benim iki maaşım, sen öğrencisi be kardeşim insaf et, çok pahalı heves desen olmaz, zira memleketim de hevesli gençlere burs vermeye meraklı onların memlekete "faidesi" dokunacağına inanmış pek çok müessese var, yahut dostlar, zaten aileler de bizimki çok farklı nev-i şahsına münhasır diye ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar...versinler efendim, bizimkilerde bursla, harçlıkla "ney" alsın, "fotoğraf" çeksin, "kitap" okusun... yeter ki "entellektüel" olsun...
İçim sıkıldı, ben bir kütüphanede dolaşayım, ne az bilir olduğumu hatırlayayım...

selametle

24 Eylül 2012 Pazartesi

Okulun ilk günü!

Bugün, bir uzun belki kısa aranın bitişinin ilk günü, yine öğrenciyim... hayatta en sevdiğim şey öğrencilik herhalde, bana en uygun şey öğrenmek, varoluş sebebim sanki, öğrendikçe varoluyorum, böyle hissediyorum, böyleyim.

Ne tuhaf, en iyi bildiğim, en çok sevdiğim şeyde kendimi acemi hissediyorum, eğitim hayatıma geri dönmenin heyecanı, ya herşey istediğim gibi olmazsa endişesi ile karışıyor. Garip bir mide ağrısı, ellerim titriyor not alırken... hâla çocuğum ben, küçücük, öğrenci işte...

Hikmetlerin sahibine ulaşma yolunda, hikmetlerle meşgul, hep hayır öğrenen, hep hayır söyleyen bir talebe olma duasıyla çıkıyorum yola... ya Bismillah!

21 Eylül 2012 Cuma

İdrak

İdrak etmek!
Farkında olmak!
Söylediği sözün, attığı adımın...
Aldığı nefesin!!!
Nasıl bilinçsiz yaşıyoruz bazen, nasıl sebepsiz gülüyoruz, nasıl boşa ağlayabiliyoruz, üzüldüklerimiz üzülmeye değmez, düşündüklerimiz düşünmeye, ve fakat onca şey varken idrak etmemiz gereken...
Zamanın kıvrımlı yollarında kılavuzdan bihaber yürüme çabasında...
Yol uzun, istikamet belirsiz, yolcu habersiz...

18 Eylül 2012 Salı

Bazen

Bazen zaman kaçar elinden, onca yenilik, onca kalabalık, onca gündem... yazamazsın vaktin olmaz birden... söyleyemezsin bilmezsin neden...
Son günlerde hem teknolojinin ihanetine uğradım, hem çok yoğundum
Hep yoğunuz...hepimiz yoğunuz
İstanbul'da yaşamak bile başlı başına bir yoğunluk
Ama asıl yorucu olan zihinsel yoğunluk, günlük telaşelere eklenince zihindeki sorular, düşünülmesi gereken şeyler yapılması gerekenlerle yarışır hale gelince...elim kaleme küsüyor bazen, bazen onca yüz, onca söz hiçbirinin hakkını veremiyoruz, zaman kayıyor, büyük bir hızla, nefessiz bir akışta...
Zihnimizde yazdığım yazıları kağıda dökmeye vakit olmuyor, yaptık sandığımız ama aslında yapmadığımız onca şey birikiyor, bir bakmışım 2 haftadır yazmamışım, yazacak şey olmadığından değil, vakitsizlik belki bir sebep ama işte asıl başka bir şey var henüz adını koyamadığım, ne olduğunu anlayamadığım bir değişim bende, o hergün yazan, karmaşık duygular içinde ben...gitti...nereye? ne kadar süre?

4 Eylül 2012 Salı

Nafile

Kazanılanlar ve kaybedilenler... Unutulanlar ve hatırlananlar... Ümitler ve çaresizlikler... Kırılanlar ve öfkelenenler... hayat hepsiyle o kadar dolu ve yoğun ki...
Bazen durup bir bakmak istiorum, zamana sığdırdıklarımıza ve harcadığımız zamanlara... Kendime karşı belki iki ay önceki kadar hırçın değilim, biraz büyüdüm, daha sakinim daha az tedirgin, büyük değişimler varken önümde eskisi gibi hırpalamıyorum kendimi...       Ama yine işte... bazen benim hiç payım olmadan beni üzecek şeyler oluyor hayatta... olsun diyorum geçer... biliyorum artık Mevlana'nın dediği gibi; tüm misafirler gider, gidecekler...sabrım büyüyor benim, olgunluk denilen şey uğruyor ruhuma, o da fena birşey, neden diyorum neden ben de öfkelenmiyorum, hüngür hüngür ağlayışlarım nerede benim?
Sahi diyorum, daha geçenlerde ruhuma o eziyetleri çektirirken, şimdi neden sahi bu değişme?
Sonra sessizliğe alışıyorum günden güne, kendi sessizliğime, içimdeki derin sessizliğe...
Birşeyler oluyor, elimde olmayan şeyler hep. Aklıma geliyor bazen çok eskiden yazılmış bir yazı, okuyorum, okuyorum, geçen zamana rağmen pek çok soru aynı zihnimde ve bazıları cevabını bulmuş, biliyorum artık mümkün değil kimseyi tanımak*, nafile bir niyet, nafile bir çaba... on sene... neredeyse hayatımın yarısı yetmemişse en yanımdakileri tanımaya, bundan sonrası hep nafile...

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Fırtına

Havada fırtına öncesi sessizliği mevcut, havadan kasıt benim hayatım oluyor, biliyorum fırtına geliyor,fırtınadan kasıt ne bilemiyorum, ama bir şeyler olacak hissediyorum. Hislerim güçlü çok şükür, şimdi kendimi başıma gelebilecek tuhaflıklara karşı hazırlamalı,ama nasıl? Nasıl hazır olunur onu bilemiyorum. Son zamanlarda çok yakın arkadaslarımdan aldığım ilginç, sevindirici, hüzünlendirici haberler bünyemi epey sarstı. Sanırım büyüdüğümüz gerçeğiyle yüzleşmekte çok geç kaldım, herkes yol aldı, ben geç kaldım. Bir de ben çok sarsılıyorum, çok kolay yoruluyor ruhum, herkes ne kadar dayanıklı, ne kadar güçlü, ne kadar olgun, bir tek ben ürkek kalmışım, bir tek ben hemen devam edemiyormusum yoluma, bir tek ben varmıştım ruhu büyümekte, bir tek ben...

23 Ağustos 2012 Perşembe

Rüya

Dinlenmeye, dinlenmek için de zihnimi boşaltmaya ihtiyacım var. Başaramıyorum. Uykusuz geceler bitti derken rüyalar başladı, derin uyuyamamak, rüya görememekten şikayet ediyordum, oh oldu bana. Her gece bir kaç rüya görüyorum, rüya denirse tabii, pek çoğu kabusa yakın, ve hepsi bir ara beklediğim ama gelmeyen, içinden pek çok anlam çıkacak, düşündürecek cinsten. rüyaların genelde bilinçaltının oyunu olduğunun düşünenlerdenim, ama yıllar içerisinde gerçekten ilahi mesaj taşıyabildiklerini yaşayarak öğrendim. Bu yüzden çokça düşündüğüm, korktuğum bir şeyle ilgili bir rüya gördüğümde etkilenmem, endişelenmem. Ama düşünerek uyumadığım bir şey rüyama girdiyse, tuhaf, olağanüstü ayrıntılar gizliyse ya üstüm açık kalmıştır, ya da bir anlam vardır. Şimdi benim, dinlenmek, eğlenmek vs. ile kendimi yoğun günlere hazırlamam gereken boş günlerim, evde pinekleyerek, tuhaf rüyalar görerek ve kalan zamanda bunları düşünerek geçiyor. Bravo bana, tam hayal ettigim gibi... Rüyaların bir tanesi şimdiye kadar gördüğüm en korkunç rüyalar listesinde-ki böyle bir liste olacak kadar korkunç rüyalar görüyorum- üst sıralara yerleşmiş durumda, bir diğeri yoldan çevirip bir teyzeye sorsanız şak diye yorumunu yapıştıracağı klasiklerden, yo yo orda kal teyze, daha çok erken... Hayır herhalde ben bu rüyaları hergün ekstradan uyuduğum birkaç saat içinde görmüyorum, rüyalarla ilgili tüm bilimsel açıklamalar bir yana, hiç biri bir kaç saniyeye sığacak cinsten değiller. Ama hakettim, sen misin artık hiç rüya görmüyorum diye söylenen al sana rüya, ohh bu da sana reva.

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Bayram

Bayram geldi, güzelliklerle, neşelerle, şekerlerle, eskiyi yâd edişlerle geldi. Kaybettiklerimizi hatırlattı, özletti. Bu Bayram içimden büyüklerin ellerini daha çok öpmek geldi, bir dahaki bayram da yanımızda olsunlar diye dua ettim içimden, büyüdükçe anlaşılıyor kıymetleri. Ya bir dahaki bayram, bir dahaki düğün, bir dahaki yaz yanımızda olmazlarsa diye endişede bürüyor içimi, biliyorum Rabbim bize onlardan öğreneceklerimiz için vakit verdi, ama biz değerlendirmedik ve mutlaka bir gün daha da iyi göreceğiz her şeyi. Çok değil biraz daha büyüdüğümde pişmanlıklar saracak içimi, pişman olmamak için çabalıyorum ama yetmez biliyorum, daha çok sarılmalıyım onlara daha çok dinlemeliyim anlattıklarını, daha uzun bakmalıyım gözlerine. Bir gün onlar gibi kocaman bir ailem olsun istiyorsam, fedakar olmalıyım, cesur olmalıyım, sabırlı olmalıyım onlar gibi...

17 Ağustos 2012 Cuma

Mutlu

İskandinav sakinliği, kalabalık yerine dinginlik. Kışları olmasa yaşanacak güzellikte bir şehir Helsinki, bende anısı hep güzel olacak muhakkak. Çok başarılı bir kongre, beklediğimden çok daha keyifli bir sunum. Şehre hakettiği ilgiyi gösteremesem de hızlı bir tur ve hepsi hareket halinde çekilen onca fotoğraf. İstanbul sevgim bir yana, kaosu olmayan başkentler, büyük şehirler, üstelik yeşil yoğunluğu, boğaza benzemese de deniz ve adalar sanırım sevdiriyor bana kendini. Çok verimli üç gün geçirdim, öncesinde kendi kendimi yemelerim olmasa daha bile verimli geçebilirdi. Çok büyük bir deneyim yaşadım, büyüdüm,  cesaretim arttı. Zor sandığım şeyler, sandığımdan çok daha kolay olabilirmiş isteyince, çabalayınca. Keyif alabilmek için belki de sıkıntı çekmek gerek öncesinde. Kısa bir süreliğine de olsa gerçekten mutlu hissettim ve anladım beni tatmin eden şeyin akademik-mesleki başarı olduğunu. Cesaretlendim... Huzurlandım... En çok da umutlandım...

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Yolculuk

Heyecanlıyım, hem de çok. Yarın bu saatlerde başka bir ülkenin kısacık gecesinde olacağım,  boyumdan büyük islere kalkıştım, iyi mı yaptım kötü mü yakında öğreneceğim, her küçük ayrıntıya kafa yordum ama son bir kaç gecedir rüyalarımda hatalarla, sıkıntılarla boğuşuyorum, olumsuzluk her yanımı sardı yine ama biliyorum benim düşündüğüm kadar kötü olamaz herşey hem son zamanlarda yaşadıklarım, ruhumdaki kırıklıklar, iş-güç, akademik meselelerde üzülmeye deymeyeceğini anlamamı sağladı, ben bunları hayatın merkezine koyanlardan olmayacağım, güzel olursa mutlu olacağım olmazsa hayırlısı deyip yoluma devam edeceğim, böyle istiyorum... Herşey güzel olsun da istiyorum :) içimdeki korkular gitsin, herşey sıkıntısız bitsin duam,  zihnim ve bedenim yorulurken, ruhum dinlensin artık ne olur...

7 Ağustos 2012 Salı

meşguliyet

meşgul  olmak, hiç bir şeye vakin yetmemesi, yetişememee ndişesi, mideme ağrılar soksa da benim için en iyisi, böylece düşünmeye, kendime dert üretmeye az kalır vaktim, daha az üzülür, daha çok boşver derim. ilginç ama yine de aklımdan silmeye çalıştığım şeyleri düşünmeye vakit buluyorum bu aralar, tüm bu meşguliyete vakitsizliğe rağmen, anlıyorum ki bazı şeyler kolay geçmiyor gerçekten, maddi-manevi, büyük-küçük sıkıntılar var hayatta, öğreniyoruz zamanlai benimse en son öğrendiğim çok zayıf noktalarım olduğu, içimin sandığım kadar ferah olmadığı, oluruna bıraksam da herşeyi, olurun kolay olmadığı... telaşların bize bazı sıkıntıları geçirmediği...

3 Ağustos 2012 Cuma

bir ömür
bir sene
bir mevsim
bir ay
bir hafta
bir gün
bir saat
bir saniye


bir ben, geçen bir ay içinde kayıp bir ben, kendimi bumak istiyorum yeniden...

2 Ağustos 2012 Perşembe

algı

Mekanların taşıdıkları anlamlar var benim için, oluşturdukları hisler, bazen bir sokaktan her geçişimde aklıma aynı şeylerin geldiğini farkederim, anısı vardır belki, belki çağrışımı...
Üsküdar çarşısına her gittiğimde, çocukluğum aklıma gelir, okula başlamadan hemen önce çıkılan alışveriş, bir kaybolma hikayesi... istisnasız her gidişimde düşer bunlar zihnime, Üsküdar'ın her camisinin ayrı bir anısı vardır, hepsine ait başka his
Bazen bir otobüs durağının bile anısı vardır bende, orada bir yaşanmışlık...
Çamlıca tepesi lise yıllarımdır, o manzara bana hep bir şeyler anlatır, hep eskiye götürür
Sonra Avrupa yakası...
Mesela Fatih, ne zaman gitsem çocukluğumdaki ilk gidişimi hatırlardım uzun yıllar, sonra başka anılar eklendi üzerine, başka sokaklarında geçen başka hisler, gitmediğim ama bildiğim adresler ve camileri, her birine ait başka bir ruh...
İstanbul'un hemen hemen her semtinde ayrı bir hikaye, ayrı bir his...
Bazılarında silik, bazılarındaysa nasıl güçlü
Birkaç semt var ki her noktasında ayrı düşünceler hücum eder zihnime...
Mesela üniversite, beyazıt-laleli-vezneciler, fakülte kapısından her girişimde ilk günüm zihninmin köşesinde, öğrenciyken hergün başka telaşla giderken bile zaman zaman aklıma düşerdi o ilk gidiş, o saflığım, o naiflik, o gözyaşlarım, kararlılığım, o ilk günü düşünüp çok kez ne kadar güçsüzmüşüm demişimdir ama şimdi düşünüyorum aslında ne kadar güçlüymüşüm, 17 yaşında ne kadar olabilirsem o kadar...
Bazen bir noktaya ait anlamlar değişir, son zamanlarda birkaç kez fakülteye gitmem gerekti, her zamanki gibi Laleli-üniversite durağı, çok zamanların aksine ters yönden geliyordum belki ama ilginç olan bu değildi, o durak benim için hikayesini değiştirmişti, anlatılan tek bir hikaye benim hafızama kazınmıştı, kırmızıda geçemedim... ben aslında kırmızılarda geçmem, ama o durak 4 yıl boyunca koşuşturmayla, hep derse yetişme halinde ihlal ettiğim bir ışık olmuştu... ve büyümüş ben, dinlediğim ve hiç dinlememiş olmayı -çok fazla etkilendiğimden- yeğleyeceğim bir hikayenin tesiriyle yeşili bekledim, hiç araç yokken, herkes yürürken bekledim, ve düşündüm bu durak hikayesini değiştirdi, yılların birikimi bir günde başka bir şeye dönüştü, unuturum belki, başka bir hikaye siler belki aklımdaki travmatik sahneyi, görmediğim ama dinlediğim o hikayeyi. Ama yaşadıklarımız, dinlediklerimiz tümüyle unutulmuyor sanırım...
yeni mekanlar ekleniyor hayatımıza, yeni insanlar, bazen de eksiliyorlar, ama ruhumuzda bıraktıkları iz gerçekten baki... unuttuğumuzu sandığımızda aslında unutmamış oluyoruz, beklemediğimiz bir yerde bir başka zamanda yine karşımıza çıkacaklar pek muhtemel...
Sonra işte tüm bu hislerle, bu yanılmışlığın verdiği ağırlıklar yürüyorum, uzun uzun, fakültenin koridorlarında onca hikayem var ama aklımda başka bir hikaye düştü bir kere, nasıl silerim diye düşünüyorum... sonra farkediyorum şimdi o 17 yaşındaki naif kızdan daha zayıfım, daha kolay etkileniyorum, daha zor çıkıyorum kuyudan...
Artık yanılmaktan korkuyorum, denemeye cesaretim yok anlıyorum. Bu kadarmıymış benim cesaretim diyorum, bu kadar kolay mı vazgeçeceğim denemekten... kızıyorum kendime ama böyleymişim ben meğersem, bilmeden aklıma kazımışım yanılmayacağımı, ilk seferde doğru limana yanaşacağımı... şanslı sanmışım kendimi, yanılınca işte böyle olmuş, cesaretim elimden alınmış, kuşun kanadı kırılmış... uçmak istemiyor, konduğu yerde kalsın istiyor...

31 Temmuz 2012 Salı

düşünmeler

İstanbul...seni çok seviyorum, hem de çok... ama biliyorum tamamen sana ait değilim, ruhum başka şehirler, başka ruhlar keşfetmek istiyor, denemek istiyor uzakta olmayı, korkak biraz belki... biliyorum, koktu kaçtı çok kez, ama işte ne zaman bilmesem de ben aslında başka bir yerde bir hayat kurmak istiyorum, ömür boyu sürmez belki, sürmemeli ama ben bir göçmen kuşum bunu biliyorum, sadece peşinden uçacak bir kuş var mı merak ediyorum... peki korkmak niye? çünkü İstanbul seni ve sende olanları çok seviyorum, ama belki başka bir yeri ve onda olanları da severim...belki sensizlik de besler beni... özlem korktuğum kadar kötü değildir belki,  bilmek istiyorum, yaşayarak öğrenmek, tevafuklara bırakmak kendimi, daha az sorgulamak, daha az düşünüp daha çok yaşamak...


İnsanlar pişman olunca ne yaparlar? merak ediyorum, çekinmeden söylerler mi? köşelerine mi çekilirler? bir şey olsun diye mi beklerler? onlara pişmanlıklarını unuttursun, unutulur mu hem pişmanlıklar? bence pişmanlarsa söylesinler... daha kötüsü var mı ki? geç olmadan güç olsa da bir şans daha vermeli herkes kendine... yani bence böyle




30 Temmuz 2012 Pazartesi

gitgel

sanki bazen sakinlik çöküyor üstüme, akl-ı seim geliyor, diyorum geçti herhalde bir vakittir beni harab eden gitgeller, zihnimi kurcalayan, uykularımı kaçıranlar geçmişte birer küçük anı, "tecrübe" oldu diyorum, herkesin dediği gibi, kızgınlığım geçiyor "tecrübe"ye karşı, ama fazla kalmıyor bu hal bende 3-5 güne yine bir buhran, yine bir dalga hüzün, düşünce saldırıyor zihnimin en ürkek köşelerine, korkutuyor bütün keçilerimi... düşünmeye başlıyorum "ya başka türlü olsaydı"lar geliyor ardarda, yapacak onca iş varken düşünme diyorum bırak, sonra yine biraz daha sakin, işte ben ve gitgellerim...rabbim bunları unuturucak dert vermesin

29 Temmuz 2012 Pazar

Anlam

bazen bir şeyler, sözler, yazılar görünenden daha fazla anlam taşır
ya da biz öyle sanarız
bir telefon çalar bazen beklenmedik bir saatte
beklenmedik biridir arayan
beklenmedik şeyler söyler
anlamlar yükleriz, söylediklerinden başka anlamlar
saate anlam yükleriz, sözlere anlam yükleriz
bazen bir mesaj gelir, okuduklarımızla yetinmeyiz
anlamlar yükleriz
satır aralarında gizli olduklarına inanır
böyle söyleriz
bazen bir konuşmaya anlamlar yükleriz
söylenenlerden fazladır duyduklarımız
bazı şeyleri
söylenmeden biliriz
önceden sezeriz "hayır"ları bazen
anlamlar yükleriz
bakışlara
kaçırılan bakışlara
yaşadıklarımıza anlamlar yükleriz
olanlarda olanlardan fazlası vardır
herşeyin aslında bir "anlam"ı vardır
ya da belki de yoktur...

27 Temmuz 2012 Cuma

hayat bir imtihan...
zorlu, hem de çok zorlu
Mevlana'nın dediği gibi, bize gelen dertleri misafir addetmek,
imtihanı geçmek gerek...
ama karnında ölü bebeğiyle bir anne...nasıl ağır imtihan
duyduğumda sesim gitti...
nefesim kesildi
sustum
düşündüm
hani istekler, planlar, hesaplar
hepsi nasıl boş
şimdi ismi hazır, odası hazır
giyeceği, geleceği hazır bebek yok
o melek
annesi can çekişiyor
nasıl ağır imtihan...
dün bebeğini kucağına almanın hayaliyle doluydu
şimdi belki cananını alan canını da alsın istiyor
umudunu yitirdi belki
sadece ağlıyor
sonra diyorum
hepsi imtihan
ve iyi ki inanıyoruz
ve iyi ki iman var
ve iyi ki dualar var
yoksa
nasıl ağır imtihan...

26 Temmuz 2012 Perşembe

bilgisayar başında hızlı, hızlı yazarken bir gün, sordu biri
ne yazıyorsun?
hakikaten ne yazıyordum?
ne yazıyorum?
kime yazıyorum?
sonra yazma nedenimi düşündüm; yazıyorum çünkü konuşmaktan daha yakın bana yazmak, yazarken rahatlıyorum, ferahlıyorum, öfkem geçiyor bazen, bazen dinleniyorum, bazen kendimi dinliyorum, gerçekten ne düşündüğümü dışa vuruyorum, bir şeyleri atlatmamı kolaylaştırıyor.
yazdıklarımın hepsini yayınlamıyorum bana kalanlar, bana kalmış oluyor, ya da yazıldıktan hemen sonra imha ediliyor, bir daha kendimin bile okumayacağı bir yazının anlamı ne diye soruyorum kendime, ama biliyorum artık yazmanın okumakla, okunmakla bir ilgisi yok benim için, bir çeşit kendi kendine konuşma, iyi geliyor bir şekilde
bir de herhangi bir edebi, fikri kaygı olmaksızın yazmak yormuyor beni, canlandırıyor aksine, yük kalkıyor üstümden sanki.
hiç bir iddia gütmeksizin, dinlenmek için yazıyorum ben; dilenmek ve kendimi dinlemek...hepsi o kadar

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Güzellik


Allah güzeldir ve güzelliği sever...zaman zaman duyduğum bir hadis, şu aralar "güzellik" kavramı üzerine biraz kafa yorunca, araştırdım sahih mi? Arapça kelimeler neler vs. didikledim, Sahih-i Müslim'den güvenceyi aldım ve Arapçasını okudum,

  اِنَّ اللَّهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ

Pek tabii burada Arapça gibi derin bir dilden başka dillere çevirinin sıkıntıları ortaya çıkıyor, hadis Türkçeye çevrilirken çoğunlukla "güzel", İngilizceye çevrilirken de "beauty" kullanılmış, ama bunlar Arapçada kullanılan "hüsn" e karşılık geliyor ve fakat "cemal" daha derin, daha farklı bir kelime...

 Günümüzde güzel çoğunlukla bir görsel algı ama buradaki cemal çok daha farklı, daha manevi bir güzellik... Zaten ayetlerde de pek çok kez güzel kavramı geçiyor, ama bu güzellik tam olarak algılanmış değil biz aciz okuyucular tarafından, "güzel"in derinliğine vakıf değiliz maalesef.

Ben "güzellik"in tecelli olduğuna inananlardanım, bazen de imtihan...

Güzellik tabiatın her yerinde, yaratılmışlarda... Nasıl bir uyum nasıl bir düzen ve nasıl bir estetik var yeryüzünde,    insanlığın asırlardır süren tahribine rağmen, hala bakmaya doyamayacağımız güzelliklerle dolu kâinat...

Ve insanlar kendilerine verilen kabiliyetle "güzel" i üretme şansına sahip, hayret veren sanat eserleri, hayret ve taassup... güzel bir kitap, güzel bir resim...hepsi insanın eseri!?

Ve insanın manevi güzelliği, ruhunda yaratanın tecellisi, gönlünden diline gelen sözlerin güzelliği, aklının, kalbinin güzelliği... Sohbetinin güzelliği.

Sonra nefs... Nefse hitabeden güzellik nefis... Gözlerimizle gördüğümüz güzellik... Güzellikler içinde en geçici olan... Ve en çok rağbet gören... 

İnsanın güzelliği, bazen ruhunun yansımasıdır, Rabbi ona bahşettiklerinin bir sonucu küçük bir göstergesidir... Herkesin sahip olmak isteyeceği bir güzellik belki, bazen ruha ağırlık veren bazen mutluluk

Güzellik bazen bir imtihan, hem sahibi, hem görenler için... Gerçekleri gölgeleyecek kadar baskın bazen güzellik... Ve güzellik uğruna verilen emek... Ne ağır imtihan

İslam güzel olana yönelmeyi tavsiye ediyor, güzeli seçmek kibir değil takdir ama buradaki güzel "cemal" olan olmalı... Bütünüyle güzel... Bir tezahür, bir tecelli olarak güzel... Yoksa sadece göze "güzel" değil herhalde…



23 Temmuz 2012 Pazartesi

resim

anne, baba ve çocuklar... ağlamalar, gülücükler, heyecanlar...
2 farklı aile gözlemledim dün

bir yanda ilk bebeğini bekleyen genç kadın, hevesle her anını fotoğraflayan sevgi dolu eş...heyecanlı, umutlu bir çift, sevgiyle sarılı her yanları... bunlar belki yalnız başlarına son iftarları, heyecanla bekliyorlar ailenin yeni üyesini, kim bilir evleri renkli renkli yeniliklerle dolu şimdi, bu fotoğraflardan bir albüm yapmak hayelleri, genç ve güzel kadın karnının üzerindeyken elleri, buldukları isimle seviyor bebeğini ve genç adam nasıl aşık, eşine ve bebeğine... bilmiyor henüz uykusuz geceleri

öbür yanda başka bir çift, güzel bir anne, yorgun ama sabırlı 2,5-3 yaşlarında enerji patlaması yaşayan bir küçük kız ve henüz birkaç aylık diken saçlı bir bebek, nasıl güzel nasıl sevimliler... bir kaç dakika sonra sahne değişiyor; önümüzdeki 3 saat boyunca ağlayacak, haykıracak bir minik melek ve babasını hayattan bezdirecek bir afacan, iftar vakti oyunla geçecek bu akşam, küçük hanım öyle istiyor, kıskançlık krizine teslim, anne bebeğinse baba da onun, bir de büyükanne var resimde, nereye yetişeceğini bilemiyor, çabalıyor ama fayda etmiyor... güzel kızların annesi belli ki akademiyadan, gözlüklerinden, saçlarından, sabrından belli...daha önce sınanmış kendisi, muhtemelen doktora alınmış, kariyere ara verilmiş nurtopu gibi annelik... ve iliklerine işlemiş yorgunluk, uykusuzluk... baba resmin neresinde? tabi ki en silik köşesinde, artık miniklere sabırsız, anneyle kavga halinde... o zaten yorulmuş, bütün gün çalışmış vesaire... yorgun ve bitik anneyi de üzüyor bir de üstüne, sorsan değiyor diyecek anne, herşeye değer yavrularım, peki baba o da diyebilecek mi? 

erkekler hep çocukları çok severler, hayaller kurarlar, planlar yaparlar, çok olsun isterler, çünkü ellerine bakılmış, beslenmiş, sevsin diye verilmiş... biz de hep böyle... istemek kolay, sabretmek, sebat etmek, yetiştirmek... var mı o fedakarlık kendilerinde? yoksa hep anne hep anne...

kadınlar-hemen hemen hepsi- anne olmak ister, genlerinden gelir bu istek, akılları zorlukların farkında da olsa, gönülleri hazırdır katlanmaya, her türlü çileye... düşlerler bebeklerine sarılacakları günü, evlat sevgisini tatmak için nice zorluğa nice sıkıntıya hazırdırlar, maddi-manevi altüst olurlar ama pişman olmazlar, bir de resmi tamamlamak peşinde geçer ömürleri... hani baba hani baba?

.. 


22 Temmuz 2012 Pazar

misafir


Düşündüm, taşındım, karar verdim, uyguladım

Kolay mıydı?
hayır

Doğru muydu?
evet

Alışık olmadığım şeyler yaptım, hızlı karar vermiştim geri almakta sakin davrandım, bu kez zamanlama doğru olsun istedim belki ağırdan aldım, zordu, benlik bir iş değildi, zor kararları başkalarına bırakmaktan yanaydım hep, ama biliyordum herkes başlattığını bitirmeli, bitirdim kendi payemi. Öfkelendirmekten, kırmaktan nasıl korkuyorum hep, herkes benden razı olsun istiyorum aslında bu tek sebep. Ama bu kez böyle gerekti... zaman her şeyi çözer, zihnimdeki dalgalar azaldı, elbet bir gün tümüyle diner. Sadece içimdeki o garip his... zaman gösterecek...


birkaç gün önce yazmıştım yukarıdakileri, sonra depresifleştim yine kaldı kenarda sonra, sonra başka yazılar geldi içimden, şimdi bir okuyayım dedim baktım hala aynı yerde miyim? sanırım birkaç adım ilerledim, yavaş yavaş olacak biliyorum, ama işte sabırsızım, hemen her şey geçsin istiyorum

sonra bir dost bana mesneviden bir şeyler okutuyor bilmeden fırtınalarımı, içime işliyor, durup durup okuyorum, dokunuyor ruhuma... bak işte diyorum kalmayacak, gidecek hepsi... sadece sabır gerekli...


Ey genç, şu beden bir misafirhanedir; her sabah, o eve koşarak yeni bir misafir(dert,düşünce) gelir. 
Sakın, "Bu misafir bana yük olur, kalır" deme; Biraz kalır sonra yine geldiği gibi gider. 
O görünmeyen cihandan, gayb âleminden gönlüne ne gelirse; onu bir misafir say, onu hoş tut, güler yüzle karşıla.
Mesnevi

21 Temmuz 2012 Cumartesi

mesela

mesela diyorum...sık sık dilimin, kalemin ucunuza geliyor bu söz...tek başına nasıl anlamsız, ama bende manası pek derin, bir sürü hikaye sığıyor içine...bir sürü şey

bu hafta vakit bolluğu, insan azlığı bana pek iyi gelmedi...çokça düşünme, kalbimde bir yorgunluk... sonra kitaplar, kafamdaki fikirler dağılsın diye okuduğum her kitap daha da düşündürdü beni, bir film izledim, basit bir hollywood filmi, ama seçimler vardı içinde ve hep yanlış yapılan seçimler... yine düşündüm

sonra yine okudum...sonra bir sürü şey yazdım, hiç kimsenin hiç bir zaman okumayacağı yazılar, sakladım derinlere...

sonra kızdım yazarlara...

kütüphane tanışmaları yazan, gözlerle konuşulduğuna inanan yazarlar, gerçekte böyle insanlar var zannettirecek hikayeler yazan yazarlar, haberleri olmayadan kaç genç kızın gönlüne boş ümitler düşüren yazarlar, "reel" in hep galip geldiğinden dem vuran yazarlar, dünün insanlarının bile bugünkülerden iyi olduğunu idrak ettiren yazalar, "ihtiyar" ın bildiğinden başka bir anlamı daha olduğunu yazan yazarlar, insanı düşün düşün öldüren şeyler yazan yazarlar... sonra kütüphane kitaplarının içinde notlarını bırakanlara kızdım, yine düşün... yine düşün sonra dedim boşver... sefer de içimde tahammül de

ohhh London


Try to read with British accent gets funnier :) 


• British people may seem to apologise a lot, but it doesn't quite mean the same thing here. In the UK, "I'm sorry" actually means either a) I didn't hear you; b) I didn't understand you; or c) I both heard and understood you, and I think you're an idiot.



Well I miss London, and London is everywhere this summer, Olympics are taking place on the news, twitter, Facebook even though hasn't started yet. I wouldn't prefer to be there right now, would be to crowded and noisy for me. I always like it on spring or fall just like Istanbul, summers are always full of tourists which makes it feel like a big circus, looses the city soul and my last winter vacation to London extended according to my -not enough healthy to fly back to home- situation, London winters are too cold and sunless for us "mediterraneans" or "middleeasterns" or "anatoilians" or whoever we are.

This article on The Guardian made me remember many different things about London and Londoners, their different way of thinking and prejudices, all this rubbish sayings about how "cold" and "insulting"they are and bla bla about them, well I can't say anything about the whole Britan but London is an extremely multiculturel and welcoming  city. Welcomes everyone from different believes, lifestyles, cultures, you don't feel judged and unwanted. Although it is not really the place for "freedom", each step you take is being watched.  Controlled... and stopped if needed. Still I truly love London...and miss

20 Temmuz 2012 Cuma

Ramazan


Huzur getirir, aklımızı başımıza getirir...
Kötülüklerden, kötü düşüncelerden arındırır bizi Ramazan ayı
Oruç tutmak, bir günü ibadetle geçirmek
Ruhumuzu temizler
Bedenimizi temizler
İnşallah her anı ibadetle geçen
Dua ile başlayan, dua ile biten
Ferahlık veren bir Ramazan olur
İmanımız, idrakimiz artar inşallah





19 Temmuz 2012 Perşembe

bir sürü şey yazdım, sildim, başkasını yazdım, yazdıklarım yayınladıklarımı geçti, ama sonra bir şarkı dinledim benle ilgisiz ama sevdim, bugün de yazısız geçsin dedim...
zaman her şeyin ilacı...

18 Temmuz 2012 Çarşamba

güzel şeyler de olur bazen

yoluna girer bazı şeyler, engeller kalkar birer birer, yüzün güler belki bir an için,  rüzgar eser, kuşlar uçar yeniden, sen görebilesin diye açıktır gökyüzü, bir süreliğine kenara itersin kafanı kurcalayanları, nedenleri, niçinleri bir yana bırakırsın, derin bir nefes alırsın yola devam edersin, uzun sürmeyeceğini bildiğin halde kendini huzura bırakırsın.... şükredersin...

17 Temmuz 2012 Salı

yazacaktım

vazgeçtim...sözler yetmez belki, yanlış anlamışımdır belki, kim kırmak ister ki kardeşini...ortadan yok olmak, gizlenmek, saklanmak ne vakit işe yaradı ki?

16 Temmuz 2012 Pazartesi

"tercih"


Kararlar, gerçekler, bilgiler, hedefler, istekler bir sürü bir sürü şeyler öyle çoklar ki duyamıyoruz kalbimizin sesini, ne istediğimizi bilemiyoruz gerçekte, sahi ardağımız mutluluk değil miydi? ne zaman başarıya çevirdik rotamızı? daha küçücükken sevdiğimiz için resim yapmaz mıydık? bizi mutlu ettiğinden tırmanmaz mıydık ağaçlara? şimdi yaptığımız, çabaladığımız ne bizi mutlu ediyor? etiketler peşinden koşuyoruz, ismimizin önüne yazılacak şeyler, daha çok para, daha çok iş, daha çok mevki yeter mi? hepsi bizim olsa gerçek dostların, unutulmayan anıların, sevginin, aşkın yerini tutabilecek mi? yoksa onlar zaten elimizden kayıp gitti mi? onlar çoktan değerini yitirdi mi?

Şimdi bana bunları düşündüren "ulusal tercih günleri" binlerce genç lisesini, üniversitesini tercih edecek, onlar mı tercih edecek yoksa toplumsal normlar mı? Onlara öğrettiğimiz gibi "geleceği en parlak" meslekler, en "başarılı" mezun veren liseler seçilecek. Nerede mutlu olursun evladım? denilmeyecek, zaten denilse de başarı mutluluk getirire değinilecek, parasız saadet olmaz hatırlatılacak, aşk bile karın doyurmaz, aman evladım!

İnsanlar "basit" işlerde pek âlâ mutlu, huzurlu, faydalı olabilirler, kocaman kariyerler peşinde kaybedilen değerler yerlerinde kalırlar belki, sadece hatırlatsak kendimize dünyada varoluş gayemizi, "başarı" dediğimiz şeyin, yanımızda bir yere gidemeyeceğini, kalbimizin sesini dinlesek biraz, risk alsak, nefes aldırsak, mutluluğa değmişken tam elimizden bırakmasak, olmaz mı?

ölüm ve düğün

ne ilginç iki söz...
ne zıt
ne aynı
ikisinden de kaçamazsın
ikisi olmadan da olmaz hayat

ölümler de kavuşturur düğünler de
ölümler de ayırır düğünler de

ikisi de yalnız Rab istediğinde olur
oun istediği şekilde

ölenle ölünmez muhakkak
ama bazı ölümler
öylesine ağırdır...
ölesiye ağırdır...

ki...

aynı gün de
hem bir cenaze
hem bir düğün
hayatı hatırlattı

15 Temmuz 2012 Pazar

Ben!


Ben!im için eskimiş bir eşyadan vazgeçmek bile zor, 
artık yazmayan bir kalemi hatıralarına rağmen çöpe yollamak,
hiç kullanmadığım halde sevdiğim bir eşyadan vazgeçmek, başkasının olsun,
ben! yenisini alırım diyebilmek... hiç kolay gelmedi bana,
ben! böyleyim zor bağlanırım zor vazgeçerim...


ilk kez aradığım bir numara, rehberimde yer bulmaz hemen, ama silmek...
hiç denemedim...
bir arkadaşın yazdığı bir mesaj, bazen yıllarca durur hafızada... artık o arkadaş hayatımda olmasa da... sözler de yazılar da uçmaz ben!de

silemem kimseyi hemen... hayatıma değmesine izin verdiysem, ben!im bile bilmediklerimi anlatabildiysem...canı yanan ben! olduğumda bile özür dilerim sevdiklerimden, özür dilerim içlerine öfke düşürdüysem...ümit bağlamam kendimden başkasına, ama ben! git dostum diyemem
hep ben!li cümleler kurmam, hiç kimseyle biz? olabilemediğimden...

gece uykun kaçtığında, sabahları uyandığında, merak ettiğin birşey varsa, okumaktan vazgeçemediğin... merakın uyanıyorsa hala... sor kendine neden? bitti mi gerçekten? ben! bitiremem hemen... var mı bitirebilen?

vazgeçtiğim halde bir şeyden, üstünü hemen çizemem...
alelacele küçük bir not kağıdına yazılmış bir telefon numarası, zaman alır yırtıp atması...
bir de yazdıklarım sadece ben!imle ilgilidir, ben! ve ben!im gelgitlerim,
yapmadıklarım, söyleyemediklerim, silemediklerim, üstünü çizemediklerim... hepsi ben!im



bir zaman önce yazmıştım, az bir zaman, fikrim değişir diye sakladım kenarda, okudum bugün...tek kelimesini değiştir(e)medim...işte ben! böyleyim.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

death


there are things that you never get to understand
there are pains you never get to go through
loosing someone forever...
will remind to cherish the ones you have
gives the courage to try to find the ones you can appreciate...

someone died, an old lady
it was on time truly
still painful
this beautiful lady is gone forever
she lived
she loved
she suffered
but never complained

just wish to be like her
strong, faithful, spiritual
an old lady is gone
gone forever
reminds me lots...




Bir konferans
Bir vapur
Bir otobüs 

Bir mağdur kız...

Hikâye şöyle başlamış... Cuma yorgunluğuna rağmen iş çıkışı üşenmemiş kız, hem konferans güzel gibiymiş, hem "vefa"yı özlemiş, tüm tezatlarıyla o sokaklar kafa karışıklığına iyi gelirmiş, karışık olan ben değilim, İstanbul karışık hatta asıl hayat karışık diyebilirmiş...

Koşar adım gidilmiş, yetişilmiş..."ardıl çeviri" ibaresi korkulu rüyasıymış, ne menem şey iyi bilirmiş, denemiş, zordan da zor şeymiş bir şeyi iyi bilmek iyi çevirebilmek demek değilmiş... en kötü simültane en iyi ardıldan daha iyi imiş, zamanla öğrenilmiş... Olsunmuş, orijinali dinler, çeviride resim çizermiş...  Konuşmacı zevkle, düşünülerek okunacak bir yazıyla çıkagelmiş, okumuş okumuş, çevrilememiş, çeviriden vazgeçilmiş, böylesi daha iyiymiş, yazı pek güzelmiş, güzel sorular belirmiş, cevaplara girişilmiş... Bitmiş

Kız yine koşar adım kendini bir otobüse atıvermiş, yanlış otobüse... Aklı bir karış havada... Bir yolunu bilmiş, Karaköy’e gelivermiş, daha varmış kalkacak motora, beklemiş, beklemiş...

Vakit bol ya, enteresan şeyler dikkatini cezp etmiş...21 minare saymış; uzun ve kısa minareler, tek şerefeli ve üç şerefeli minareler, uzak ve yakın minareler, tam 21 minare, motor gelmiş, binmiş kız... Binmiş ama yolculuk kısa sürmüş Eminönü’nde inin demiş kaptan, inivermiş... Sonra bir başkasında binmiş, yol ne de bitmek bilmezmiş... neden sonra karşı kıyıdan bir minareye gözü ilişmiş, minarelerin hikmetini hissetmiş, fark etmiş unuttuğunu namazı, karşı kıyıya varana kadar vakit bitecekmiş...canı yanmış,,,21 minareyi boşuna saymamış, ama anlayamamış...

Bazen anlayamazmış, kendisine söylenenleri... 

13 Temmuz 2012 Cuma

Hikâye


Ben hikâye okuyamazdım, okumazdım, lise hatta ortaokul yıllarından beri hep çabaladım, her deneme başarısız oldu... Yahu koskoca Sait Faik'e kaç kez döndüm, bu sefer olacak, seveceğim hikâyeyi diye kaç deneme, ama yine olmadı. Sevemedim hikâyeyi, kısalığından şikâyet etmedim hiç, denemelerden aldığım keyif, şiire göz kırpışım, romana müptelalığım... Ama olmadı hikâye olmadı... Bir edebi türü kendime yasak ettim sonunda...

Taaa ki... Bir deneme daha yapmaya mecbur kalana dek, sen hakkında onca şey öğren, sempozyumlar dinle, dostlarıyla sohbetler et, onun hikâyesini kendine konu edinenlerle gez... Okuma
Olmaz dedim aldım elime "sır"rı, incecik kitap gözümde kocaman, sen ne külçe gibi ağır, tuğla gibi romanları bir gecede deviren edebiyat meraklısı (sevdalısı falan fazla kaçardı- o kadar da değil- zira), aldım elime evirdim çevirdim, bitmez bu 90 sayfa dedim, ama yahu bir fikrin olsun...
Bir gün işten eve dönüş yolunda, katık ettim... Olur şey değil ya oldu, nice zamandır aklımdaki bir mevzuya dair, nasıl edebi, nasıl şairane tespitler, üstelik hikaye içinde... Romandan daha akıcı, şirinden daha derin... Her cümlede başka şey gizli, her kelimede başka oyun... Olur, şey değil ya oldu, bitti kitap evi bulmadan yolum...

Sonra bir uzun hikâye, sonra bir başkası... Sonra başlasın hikâye alışkanlığı... iyi ki varsın Mustafa Kutlu


"dert"


kendime dert edindiğim onca şey... aslında sadece zihnimi, gönlümü meşgul eden sıkıntı kırıntıları... gerçek birer " dert " değiller... şımarıklık belki benimkisi... belli ki yok hiç "gerçek" derdim, okuduğumdan, duyduğumdan kendime dert üretecek kadar "dertsiz"im. Öbür yanda başkaları gerçek dertlerle meşgul, kiminin derdi hepsinden daha gerçek... savaşın ortasında biri, gerçekten ateş altında, öbürünün ateş yüreğinde, yanındakilerle savaş halinde... ikisi de savaştan mustarip... kendi çıkarmadıkları bir savaştan
birinin "dert" dediği, öbüründe teferruat hani, kimi canından dertli, kimi cananından... belki biri cananın yokluğundan... 
hangi imtihan kolay ki? hangisi acısız?... peki, hangi "dert" devasız?
bu aciz ruhumda açılan yaraların tedavisi mümkün... elbet bir gün gelir dertlerimin devası. Peki ya ebediyen gitti ise canının yarısı... var mı bu derdin şifası? kiminin canı yanarken öyle derin benim ki de "dert" mi? derim, geçerim.

12 Temmuz 2012 Perşembe

çok farklı ve uzak


Ki ben Müslüman’ım diyorsam... Ki Elhamdülillah öyleyim, bütün Müslümanlar kardeşim… Ben nasıl derim falanca benden çok farklı ve uzak… Her kardeşim, ablam, ağabeyim bana benden yakın farz ettim… Nasıl ki iman ettik o rabbe aynı hisle, nasıl ki sığındık ayete… Nasıl ki aynı hadislerden aldık feyiz, biz öyle biriz, aksiyse kalbinden geçen dikkat et Müslüman kardeşim, şeytan yaklaşmış ruhuna…
Aman teslim olma

Ellerini açıp duaya durduğunda, ettiğin dua kime hatırla… Biz ancak ondan yardım isteriz, hepimiz, başka eller, farklı şeklilerde hep Allah’tan… Biz Müslümanlar

Kimimiz sakin yollar seçeriz, kimimiz inişli-çıkışlı, kimimiz koşa koşa gideriz, kimimiz sessiz ve emin… Başka yollar, başka canlar… Yolun sonu aynı değil mi? hep bir emel için değil mi bütün meşakkat, Rabbin rızası… Ahh biz Müslümanlar

Unutmuştuk değil mi? Ne sanmıştık sahi? Bir tek biz miyiz inananlar? biz..ve etraftaki diğer birkaç kişi…Vahh biz Müslümanlar

Birbirinden çok farklı ve uzak yaratılmışlar… 

11 Temmuz 2012 Çarşamba

halbuki

ben sanmıştım, her şey değişir...

böyle başladım yazmaya vardı yazacaklarım, halbukilerle, belkileri yarıştıracaktım ; derken bir mesaj geldi, bir dost rüyasında görmüş beni :) nasıl değişik bir rüya, nasıl girmek istedim içine...içinden manzara geçen, yolculuk geçen, dostluk geçen bir rüya :)

deniz kenarında olmak istedim, dalgalı bir deniz...benim gibi

yanımda sağlam bir omuz olsun istedim, güvenecek, yorulmadan dinleyecek, hep doğru şeyler söyleyecek, hep anlayacak, hiç küsemeyecek... onun gibi

ilk dalgada kaçmayacak, cesur...metanetli...gibi gibi

gibi.

gibi..

gibi...

10 Temmuz 2012 Salı

sussss...


Bana her gün yeniden yazdıran, hepsini sildiren... Her ne isen çık içimden, sükûneti özledim ben.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

hipoglisemi :)


Tamam, sanırım artık sakinleştim. Çırpınarak geçirdiğim koca bir hafta bitti, İşte bu kadar. Bir ay da bitecek, bir yıl da… İşte sonra ben daha iyi olacağım inşallah. Dalgalar durulacak, içimde mütemadi çığlık atan kız susacak. İyi olacağım ben, kendime öfkem geçecek, sosyal medyadaki haykırışlarım kalacak belki, belki birkaç dostum hatırlayacak o zayıf halimi. Bitecek sonra, ben gene normal bir insan olacağım.  Gülünecek şeylere gülen, ağlanacaklara ağlayan. Yemek yiyebilen, durup durup boşluğa dalıp gitmeyen… Herkes gibi biri. Bu kadardı bitti. Sahi bitti mi?

Hem gerçekten de her şerde bir hayır vardır, sahiden bir parça büyümüşümdür belki, rabbime yakınlaşmak için bir fırsat bulmuşumdur kendimde açtığım yaralarda, daha içten okumuşumdur, daha gerçek varmışımdır secdeye, sahiden hatırlamışımdır neden dünyaya geldiğimi, sahiden etmişimdir duaları…
Ve ne ilginç bunca serzeniş, inciniş, incitmekten inciniş arasında hiç gözyaşı yoktu… 1 hafta sürse de fark etmem, hiç ağlamamışım ben, belki de savaşan sandığım gibi yüreğim değilmiş hep, daha çok zihnimde yapmışım bu kavgayı. Duygularıma söz geçirmişim gerçekten, büyümüştür belki onlar da benimle, aklımla, fikrimle…

Hani dualarımda es geçmediğim, hani tamam ben denemeyi severim ama vardır denemeyeceklerim derken aklımdan geçirdiğim...bir kere de olsun olacaksa, kalbim gelmez denemeye yanılmaya dediğim...ilk kez belki içimden geleni dinlemeliyim, cesaret etmeliyim dedim...yanılmışım, denememeliymişim...ilk kez olsun, bir kez olsun, gerçek olsun dedim, olamadı, olamadım, yanıldım...tükendi cesaretim

Şimdi tam bir hafta geriye gitsem ne yapardım diye düşündüm birden; yürüdüğüm yoldan geri mi dönerdim? Başka şeyler düşünür? Başka şeyler mi söylerdim? Daha mı az korkak olurdum? Daha mı çok? Daha mı çok titrerdi ellerim? Daha mı çok kaçardı gözlerim? Daha mı cesur olurdum yoksa? Birkaç cümle eksik mi fazla mı söylerdim?  Daha mı çok anlatır? Yoksa gizler miydim? Bildiğim hiç bilemeyeceğim… Bilemeyeceğiz… Ne tuhaf… Komik ama eminim ki kahveme bir şeker atmayı unutmazdım, kendimden kaçamasam da hiç olmazsa hipoglisemiden kaçabilirdim :))) bu da bana ders olsun hadi

8 Temmuz 2012 Pazar

"mature" or " married"



how funny, this was written in 2011, and never published only because I was not sure what I was saying, maybe I am now..still with a biggg question mark in my mind, I know that I haven't changed much by turning 22 to 23.


well...don't know where to start, but definitely should write, plus didn't pick the language myself, it just come from inside, not that I am better on English, it just comes...last days were less depressive than last months fortunately :) not enough to smile but still better, even so my mind is brilliant on finding the negative to obsess as it found the issue of my changing friendships and getting old. I admit that I am 22! and even that's about to be over, but comeeee on, time pass so damn fast, while I am typing I stare on my fingers, they are pretty much the same they were 5 years ago although my body and face changed a bit for sure, so my mind and heart? No way...   they are not mature yet...they gained so much, they suffered enough but no! Never enough to be a young adult!!! a working young lady who is not allowed to wear jeans on business time... come on that can't be me, I am supposed to stay as the student who is crazy to learn, explore and try. Hours of chatting with mates, reading till tears come from my tired eyes, watching movies on any time, praying, crying etc. there all about to change...come on all these mates they loved spending time with! Yeah most of they are now grown, and well both happily and sadly mostly engaged, some married and lots of long term related...and I am the only one determined to stay single for looonger, This just makes me feel very bad sometimes, because I have to share them (maybe even lost) with the "loved" ones. I have to watch the time to call, never wait for a quick answer to an email, can't meet on weekends, or after work, yep they have changed a big time... will I change? Will I turn to be one of my friends, who I made some serious fun about. Who knows? time will show and I will live...

"şaşırma"ya övgü

Onca iç karartıcı yazında sonra belki şimdi sevdiğim bir şeyden söz etme vakti, beni heyecanlandıran, yüzüme tebessüm konduran bir şeyden "şaşırmak"tan, tabi olumlu bir şaşırma hali söz ettiğim, korku ve panik içermeyen bir şaşırma... Beklemediğin ama keyifli bir mesaj aldığındaki şaşırma, uzun zamandır görmediğin arkadaşınla birden karşılaşınca gelen şaşırma, masanda sahibini bilmediğin çiçekler görmenin bünyede yarattığı, sonrasını düşünene kadar geçen süredeki şaşırma... Kalbine indirmeyen, gülümseten bir şaşırma. Hani çok sevdiğin bir kardeşinin uzak yollardan gelip, kapıyı çaldığında duyduğun heyecandaki şaşırma. Çok seviyorum şaşırmayı, küçük sürprizlerle sevdiğimi hatırlatmayı, sevildiğimi anlamayı... Seviyorum; cevap gelmez ama deneyeyim diye attığım bir postadan, heyecanlandırıcı bir davet almayı, bilmediğim bir yolda yürürken kendimi bildiğim bir yerde bulmayı. İşte öyle… Seviyorum şaşırmayı, sürprizim var demeden şaşırtan insanları, ondan bir daha duymayacağım derken sesiyle, sözüyle şaşırtanları… Şaşırtmaya cesareti olanları…

7 Temmuz 2012 Cumartesi

eder mi?


Bugün bloğun başlığını fark ettim birden ; “ve hayat... devam eder”. Eder mi gerçekten? Ederse ne kadar zaman sonra eder hayat devam? Hani devam etmek derken, bir günün en az bir kaç saatini kalbinde tuhaf bir sızı, anlaşılmaz bir bitmemişlik hissi yaşamadığın bir devam etme hali, ne zaman gelir yani? Ne zaman işin ortasında ya daha farklı olsaydı her şey diye bir fikir düşmeyi bırakır zihnine, ne zaman gelir gelmez onu kovabilecek güç bulursun kendinde? Hayat devam eder mutlaka, boşuna yazmadım onu öyle, biliyorum… En fena düştüğünde bile kalkarsın, başlarsın yürümeye. Peki, ama ya düşmekten bu kadar korktuğun için saçmalamışsan, düşmemek, kırılmamak, kanamamak, kanatmamak,  incitmemek, ah almamak için tedbiri fazla kaçırmışsan, olmadığın biri gibi davranmışsan, yine hayat devam eder mi? Kendine kızmaların öyle hemen geçer mi? Sonuçtan memnuniyetsiz olduğun için değil, kendinden şikayetçi olduğun içinse sızılar, hemen diner mi? Mümkün olmadığını bildiğin halde, ya kadere etki ettiysem diye kızıyorsan kendine, hayat…devam eder mi?

6 Temmuz 2012 Cuma

Planlar


Bir gün bir bakmışım... Bugüne kadar kendimle ilgili eleştirdiğim, değiştirmeye çalışıp didindiğim bir halim, ne büyük nimetmiş... Plansızlığım... Benim savrukluk sandığım tevekkülün kendisiymiş... İyi ki yarının her anını düşünüp koymamışım kenara, iyi ki rabbim nasıl isterse öyle olsun, “hayırlısı” olsun demişim bu güne değin, öyle olmasaymış göremezmişim büyük resmi, öyle olmasaymış dinleyemezmişim içimdeki sesi... Planlar tıkarmış kulaklarımı, duyamazmışım gerçeği...
Ne cesaretle plan yapıyoruz ki biz? Hayatta en çok istediğimizin belki de nasibimizde olmadığını nasıl hesap edemeyebiliyoruz? Nasıl unutuyoruz her şeyin "o"nun elinde olduğunu? ne cesaretle belirliyoruz, hangi gün nerede olacağımızı, 5 yıl sonra ne yapmak istediğimizi, ne vakit evlenip, ne zaman-kaç çocuğumuz olacağını planlama cesaretini, bütün bunları aklımızdan geçirme cüretini nereden bulabiliyoruz?... Düşünüyoruz, kafa yoruyoruz, planlıyoruz, sonrasına bir küçük "Allah nasip ederse" iliştiriyoruz, ama aslında tam da istediğimiz gibi olacak her şey böyle biliyoruz...
Yok, yok ben yalnızca rabbimin nasip ettiklerini istiyorum, planlamıyorum... Dua ediyorum, "o" nasıl isterse öyle olsun, bilmiyorum "yarın" var mı? Nereden bileyim?
Tek duam, isteğim eğer olacaksam "biri",  bir planın parçası, belirlenmiş hedeflerin aracı değil, duaların kendisi olayım, dualarla istenen, tevekkülle beklenen...

4 Temmuz 2012 Çarşamba

"zaman" üzerine bir yazı


Şimdi öyle zamanlarda yaşıyoruz ki günler, saatler, dakikalar, bir zamanlar algılandığından çok farklı, hani insanların mektupla, telgrafla, faksla, telefonla haberleştiği devirlerden, çok değil belki on yıl öncesinden bile bambaşka algılıyoruz zamanı, çocukluğumda bile daha yavaş akardı sanki zaman... Düşünüyorum da âşık maşukundan haber alabilmek için kim bilir ne uzun vakitler beklerdi mektubun gelmesini, çok eski değil telefon başında çalsın diye beklenen, ya ben yokken gelirse beklediğim telefon denilen zamanlar... Şimdi her yanımız ağlarla sarılmış... Sabır elimizden alınmış..."zaman" kaygan zemin. Bizi başkalarına bağlayan küçük-büyük ekranlardan alıyoruz pek mühim haberleri, beklemeye sabrımız yok hiç, olsun bitsin istiyoruz her şey, dakikaların hesabını yapıyoruz bak ben yazalı ne kadar uzun "zaman" oldu diyoruz. Uzun mu? Gerçekten bir gün uzun mu? Değil aslında ama işte biz öyle algılıyoruz, ben doğalı 732.138.953? saniye geçti, belki bir zamanlar birileri sevdiğinden benim ömrüm kadar ayrı kaldı. Bir günde 86400 saniye var, bir mektubun yerine ulaşma süresiyle kıyaslarsam ne kadar kısa ama işte bugün ne kadar da uzun... Bu yazıyı yazarken geçirdiğim "zaman" ne tuhaf...

3 Temmuz 2012 Salı

Düşünme hastalığı

Eğer kafanızı yastığa koyduğunuzda, zihninize hücum edenlerden kaçamıyorsanız bir şeyler var demektir, dikkat ilk semptom olabilir...
Neyse çok uykum var zaten, birazdan baskın gelecek, düşünmeyeceğim derken buluyorsanız kendinizi...dikkat bu gece uykusuz geçebilir
Nasıl olsa birazdan ezan okunacak, şeytan galip gelir... uykunun eline düşeceğim vakit o vakittir, düşünceler de bir bir dağılıverir diyorsanız, hastalık başlamış biledir...
Şeytan bile düşünceleri kovamamışsa, birazdan alarm çalacak nasıl olsa, ertele tuşuna bastığımda her günkü gibi en ağır uyku gelir oturur bünyeme diye bir umutla bekliyorsanız, aslında umut tükenmiştir...
kendinizi kandırmayı bırakıp, düşüncelerinizle yola koyulabilirsiniz...onlar daha uzunca bir süre sizinledir, geçmiş olsun

16 Şubat 2012 Perşembe














ben yine bazen çok üzülüyorum
heveslendiğim
istediğim
şeyler elimden kaçıyor
sesimi duyuramıyorum
neden?
hani istediklerim olurdu?
neden olmuyor?
olmasın mı?
gitmeli miyim?
uzaklaşmalı?
küçücük şeyler için
büyük şeylerden kaçmalı mı?
içimden mi ağlamalıyım hep?
sanki
istediklerime sarılmıyorum
en sıkı
ya da ısrarcı değilim yeterince
içime ağlıyorum
küçücük
minicik şeyler için
kocaman gözyaşları
hep içime...